20. asrın başında, 1902 yılında Urfa’da hayata gözlerini
açan Kemal Edib Kürkçüoğlu’nun meslekî hayatı öğretmenlikler, müfettişlikler,
müdürlükler, akademisyenlikler ile dolu geçmiştir ancak vefatından sonra iki
tarafıyla hatırlanır: Şair, düşünür ve araştırmacı. Lise yıllarından itibaren
şiir yazan Kürkçüoğlu’nun yeni ve eski usulde kaleme aldığı, farklı nazım
şekillerini ve türlerini kullandığı, bilhassa dinî ve tasavvufî alana giren pek
çok başarılı manzumesi bulunmaktadır. Dinî ve millî konularda kaleme aldığı
yazılar onun düşünür tarafıyla ilgilidir. Araştırmacı yönünü ise ağırlıklı
olarak Türk edebiyatı sahasında yaptığı çalışmalar oluşturur.
Velut yazarların bir kısmı yazdıklarını titizlikle muhafaza
edip bir arada tutarken ve hatta kitaplaştırırken, bir kısmı bu konuda herhangi
bir teşebbüste bulunmaz. Kemal Edib Kürkçüoğlu, bu ikinci zümredendir. Devrinin
ilim ve düşünce dergilerinde birçok yazısı yayınlanmış olan, çeşitli mecralarda
konferanslar veren Kürkçüoğlu, yazdıklarının bir araya getirilmesi başka bir
kişiye muhtaç kişiler gibi bekliyordu. Neyse ki muhtelif yayın organlarında
dağınık hâlde bulunan Kürkçüoğlu’nun yazıları da takriben iki ay kadar evvel Mustafa
S. Kaçalin tarafından bir araya getirildi ve daha önce Tasavvuf Tarihi Ders
Notları (http://www.dunyabizim.com/kemal-edib-kurkcuoglu/21269/urfanin-ikinci-nbsi-keml-edb-kurkcuoglu)
‘nı basan Büyüyen Ay Yayınları tarafından neşredildi. Kitabın adı “Dilimin
Döndüğü Kadar” ve bu başlık kendisinin 1964’te İslâm İnançları ve Felsefesi adlı
kitaba yazdığı bir yazıdan alınmış. Mezkûr kitap onun fikrî yazılarını ve araştırmalarını
kapsayan, yani manzumelerini dışarıda bırakarak bütün düzyazılarını bir araya
getiren bir çalışma.
Hazırlayan tarafından “bal tadında nesirler” olarak
nitelendirilen yazılar hakikaten de hem dili, hem üslubu, hem de derinliği
cihetiyle insanın dimağında tatlı bir tesir yaratıyor. Yazılar konu cihetinden
temel olarak din-bilim, İslâm dininde bilgiye ve bilgiliye verilen değer,
değerlerimiz-değerlilerimiz, tanınmış Türk şairleri, edebiyat, çeşitleme, bana
göre şeklinde alt başlıklar altında bir araya getirilmiş. Kaçalin’in kronolojik
veya yayın organına göre değil de böyle mevzuya müteallik dizimli bir yöntem
takip etmesi, şüphesiz kitabı çekici kılmış. Kitabın herhangi bir
sadeleştirilme işleminden geçmemesi, onu cazip kılan bir başka unsur. Bildiğiniz
üzere sadeleştirilmemiş bir kitap sözlükler yardımıyla pek âlâ
okunabileceğinden istisnai durumlar dışında tasvip edilmeyen bir eylemdir. Hele
edebî bir yönü varsa…
Genel olarak İslâmî anlayıştan, tasavvuftan,
edebiyatçılarımızdan ve eserlerden bahseden yazılarından birçoğu, günümüzde
ders kitaplarında yer alacak vasıfları haiz. Meselâ dinî ve millî anlayışımızı
hülâsa eden “Gelenek ve Görenek” (s. 119), tasavvufa dair tanımları ve temel
umdeleri kaleme aldığı “Tasavvufa Dair” (s. 187), yerliliğin öneminin
vurgulandığı “Sanat” (s. 333), kendi şaheserlerimizden söz eden “Klasiklerden
Faydalanma Davası” (s. 359) başlıklı yazıları bunlardan birkaçı olarak
zikredilebilir. Hangi konuda yazılmış olursa olsun nesirlerinin hepsinde bir
zarafet, samimiyet ve şiirsellik kendisini hissettiriyor. Ayrıca düşünce
yazılarının birçoğunda Hz. Peygamber’e olan muhabbetini, dinî ve millî
değerlere bağlılığını, yazdığı konuya dair olan ilmî yetkinliğini,
düşüncelerini planlı bir biçimde ortaya koymadaki kabiliyetini görmek mümkün. Kendi
düşüncelerini ifade etmesinin yanı sıra, “Devir devir dünya ölçüsünde büyük
fikir ve sanat adamları yetiştirmiş olan milletimizin yarınki üstadlarına
kaynak olacak bugünün gençlerini dünden kalan ve bütün insanlık âleminin ortak
malı olan deha eserleriyle doyurmak ve taze beyinleri, tabiri caizse, bu özlü
fikir vitaminleriyle beslemek sosyal ve kültürel bir zarurettir” diyerek geçmiş
ve geleceği birleştirme görevini de bizzat üstlenmiş Kürkçüoğlu’nun, Nesîmî’den
Namık Kemal’e, Cevdet Paşa’dan Mahmud Bedrüddin Yazır’a farklı mesleklerden
mühim isimlere dair yazıları mevcut. Ayrıca müstakilen hazırladığı,
Tâhirü’l-Mevlevî’nin Edebiyat Lügati, bugün hâlen istifade ettiğimiz bir
çalışma hüviyetinde.
Geçmişimizi bilmeden geleceğimizi inşa edemeyiz. 20.
yüzyılda memleketimizde yaşamış Osmanlı bakiyesi pek çok âlim, arif, filozof,
din adamı ve sanatkârlarımız var ve nadiren akademik çalışmalara konu olan bu
isimlerin dışında kalanlardan haberdar bile değiliz. İlginçtir ki metin neşri
alanında uzak tarihimizden çok yakın tarihimize yabancıyız. Bunun nedenleri çok
da ehemmiyetli değil, önemli olan eski harflerle basılmış ve dağınık hâlde
bulunan evrakı, şahsî teşebbüslere emanet etmek yerine bir çalışma gurubunun
gayretleri ile kültür hazinemize kazandırmak. Bu yolda çaba sarf edenler ve bu
kimseleri destekleyenler, kültür hayatımıza en büyük katkılardan birini
sağlamaktadırlar. Zira yazdıkları iyi veya kötü olsun, geçmişteki yazarların
hepsi bizim yazarlarımız. Öyleyse yazıyı merhumun bir sözü (s. 334) ile
bitirelim:
“Türk’ün her şeyi bizim; eksiği bizim eksiğimiz, üstünlüğü
bizim üstünlüğümüz.”
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder