Peyami Safa ile "Osmanlıca" Üzerine

(Liselerde Osmanlıca okutulmalı, dunyabizim.com, 18.12.2014)




Peyami Safa’nın ismi geçince çoğumuzun aklına ilkin bir romancı gelebilir lâkin onun aynı zamanda muhtelif meseleler üzerine kafa yoran ve çarpıcı yazılara imza atmış bir münevver olduğunu göz ardı etmemek lâzımdır. Hassaten dilimiz üzerine yazdıkları çok büyük bir ehemmiyete haizdir. Biz de Osmanlıcanın liselerde zorunlu ders olması münazaraları ve münakaşaları münasebetiyle, kendi ifadesiyle “Kalemi elime aldığım günden beri Türkçenin müdafaası için yazdığım satırları birbirine eklesem İstanbul-Ankara şimendifer hattından uzun olur”[1] diyen Safa ile Osmanlıca üzerine söyleştik.[2]

Dilimize dolanmış, “Osmanlıca” deyip diyoruz. Dolayısıyla şimdi konuştuğumuz ile 100 yıl evvel konuştuğumuz başka dillermiş gibi bir algı oluşuyor. Bu, Türkiye Cumhuriyetinin, Osmanlı Devletinin devamı olarak görülmemesinden kaynaklanıyor olabilir mi?

Hiç şüphesiz bugünkü Türk devleti Osmanlı Devletinin devamıdır. Coğrafyası, tarihi, dili, kanunları, mülkî teşkilâtı aynıdır. Cumhuriyet rejimini kuranlar Osmanlı ricalidir. Edebiyat tarihimiz, kütüphanelerimiz Osmanlı Kütüphaneleridir. Sanat abidelerimiz camiiler, şadırvanlar, çeşmeler, medreseler ilh. Osmanlı mimarîsidir. Osmanlı milleti Türk milletiydi. Atalarımızdı. Osmanlı Devleti veya Osmanlı münevveri gibi tabirler, Cumhuriyetten evvelki devirleri kısaca ve kolayca hatırlatmak için bir tasarruftur, elverişliliktir, yoksa ayrı bir varlığın ve mahiyetin ifadesi değildir.

Demek ki Osmanlıca tabirine yanlış değil de, önceki dönemleri hatırlamak adına bir tasarruf olarak bakacağız... Yazılarınıza bakınca gençlerimizin Arap harflerini öğrenmesi üzerinde fazlaca durduğunu görüyoruz. Bunu niye bu kadar önemsiyorsunuz?

Arap harfi bilmeyen bir genç için Türk tarihinde ve Türk edebiyatında orta seviyeyi bulacak kadar derinleşmek imkânsız. Bu genç, Naima’yı, Peçevî’yi, Cevdet Paşa’yı okuyamaz. Bunun gibi el yazması, taş basması ve matbu 45 bin eserden hiçbirini okuyamaz. Koca divan edebiyatı, onun için, bir mektep kitabına veya bir antolojiye alınmış mostralık birkaç manzumeden başka bir şey değildir. Tanzimat’ın bütün kitapları da beyaz kâğıt üstünde askerî ve muntazam adımlarla yürümüş bir pirenin tersi gibi incecik lekelerden ibaret görünür.

Bu vahametin önüne geçmek için çocuklarımızın ne yapması lâzım?

Kaç yaşında olursa olsun latin harflerinden başka, bir de hususî olarak Arap harflerinin elifbesini okuyacak. Tek çare bundan ibaret.

Yeri gelmişken soralım: Bu sıralar kültür gündemimizi, liselerimizde Osmanlıcanın zorunlu ders olması işgâl ediyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Gençleri not tutarken veya çok acele bir şey yazarken Arap harflerinin mucize denecek kadar rahat ve çabuk, işlek yazma ve okuma kolaylığından mahrum etmemek ve onlara tarihimizin, edebiyatımızın şaheserlerini ve kaynaklarını hakiki metinlerden okuma imkânını vermek için, bugün Edebiyat Fakültelerinde öğretildiği gibi liselerde de Arap harflerini öğretmenin şart olduğuna kaniyim. Üniversitelerimizde okutulan Arap harflerini ve Osmanlıcayı liselerimizde de öğretmelerini istiyoruz. Akıl kanunları da bunu emrediyor. 

Dil konusunda muhafazakâr olmamızı söylüyorsunuz ama toplumumuzda bu öğretimi irticaî bir hareket olarak gören bir kesim de var.

Muhafazakâr, tarihinden ve edebiyatından haberi olmayan bir cahilden çok daha ileri bir adamdır. Çünkü taassup ve irtica, bilginin değil, cehaletin öz kardeşidir ve irticaların en kötüsü bunun tersine inanmaktır. Utanmasalar “ilim irticadır” diyecekler. Çünkü onlara göre gerçek devrimci, eski harflerimizi bilmeyen, millî kütüphanelerimize girmeyen, girerse bir turist gibi raflara, duvarlara ve tavana bakıp giden cahil kişidir. Turist gibi de değil. Çünkü hangi memleketten olursa olsun her turist genç, kendi memleketindeki bütün millî kütüphanelerde istediği eseri okumak imkânına sahiptir. Yeryüzünde bir tek memleket gösterilemez ki orada gençler kazara millî kütüphanelerine girerlerse de bir tek eser okuyamadan çıkıp gitsinler! Almanya’da Latin harfleriyle birlikte Alman Gotik harfleri de öğretilir ve bunu bir gerilik saymak hiçbir Almanın veya başka bir medenî millet mensubunun hatırından geçmez. Gençlere dünyanın hayran olduğu Fuzulî’yi aslından okutmak mı istiyorsunuz? Mürtecisiniz. Türk tarihinin başlıca eserlerini okutmak mı istiyorsunuz? Mürtecisiniz. Türk gencinin kolay yazıp okumasını mı istiyorsunuz? Mürtecisiniz. Bu ilimsiz, çarpık saçma inkılap ve irtica anlayışına genç nesiller kurban olup gitti. Devrimbazlar mugalata yapmasınlar!

Efendim meselenin bir de kelimeler yönü var. Malûm-ı âliniz üzere eski harfleri öğrenmek, Osmanlıcayı öğrenmek manasına gelmiyor. Binaenaleyh Osmanlıcanın bugüne nazaran daha fazla Arapça ve Farsça kelime ihtiva ettiği için millî bir benliği olmadığını iddia ediyorlar.

Bir dilin benliği kelimelerle değildir. Fransızca, İngilizce, Almanca, İtalyanca ve daha birçok Avrupa dilleri arasında müşterek kelimeler pek fazladır. Bu yabancı sözler Fransızcanın Fransızca veya Almancanın Almanca olmasına engel değildir. Saf ve katıksız dil olmayacağına göre bu ihtilât bir dilin tekâmül şartlarından biridir. Her dilin benliği, kelimeler arasındaki münasebette, bağlantı şekillerinde, gramer ve sentaks özelliklerinde, yabancı sözlere verdiği millî anlamların zenginliğindedir. Meselâ “hâl” kelimesi Arapçadır fakat Türkçede aldığı mana çeşitliliği ve zenginliği Arapçada yoktur. Artık bu kelime Arapça olmaktan çıkmış, dilimizdeki mana zenginliğiyle öztürkçe birçok kelimeden fazla Türkçe olmuştur.

Muhterem üstadım, dil devrimine ve uydurulan kelimelere muhalif duran bir zümre de var. Bunların tutumunu doğru buluyor musunuz?

Dil devrimine yöneltilen hücumlar iki noktada toplanır: Birincisi, yeni kelimelerin uydurma olması, ikincisi de bunların hükümet veya kanun zorlamasıyla dilimize sokulmasıdır. Türkçemizi özleştirme ve zenginleştirme hamlesinde arkaik kelimelere veya bölge dillerine başvurmanın bu güzel ve zarurî hamleyi baltalamaktan başka neticesi olmadı ve olmayacaktır. Yüzde yüz öztürkçe yazabilmek için ya üç yaşında bir çocuğun ifade seviyesine inmek veya bir sürü aptalca uydurma kelimelerle elâleme maskara olmayı kabul etmek lâzımdır. Mamafih Türkçedeki yabancı kelimeler arasında ölüleri ve hastaları vardır. Meselâ “mıntıka” kelimesi o cenazelerden birisiydi, “bölge” derhal onun yerine aldı. Türkçenin yabancı kelimelere ihtiyacını duyanlarla özleşmesini isteyenleri tamamıyla haksız bulmaya imkân yoktur. Bizi bu çatışmanın buhranından kurtaracak prensip, doğru ve güzel Türkçe karşılıklarını bulmak ve yaratmak mümkün olmayan kelimeleri dilimizde yaşatmamaktır.

Osmanlıca eğitimine ihtiyaç duymamız galiba biraz da Türkçe öğretiminin eksikliğinden kaynaklanıyor.

Bugünkü okullarımızda yetişen çocuklarımız ve gençlerimiz her gün konuştukları ve yazdıkları Arapça, Farsça ve Türkçe kelimelerden hangilerinin Arapça, Farsça ve Türkçe olduğunu bilmezler. Latin alfabesi bilhassa Arapça kelimeleri yazmak için birçok harflerden mahrum olduğu için çocuklarımız ve gençlerimiz bu kelimeleri yanlış yazar ve yanlış okurlar. Bugünkü Türkçe ve gramer öğretimi, her gün kullanılan Arapça ve Farsça kelimelerin iştikakına, teşekkül tarzına ve bazı iptidai kaidelerine dair hiçbir fikir ve bilgi vermediği için tam ve doğru Türkçe öğretmekten acizdir.

Peki, Türkçe eğitiminin böyle olduğu ülkemizde Osmanlıca dilbilgisinin içinde bir miktar Arapça ve Farsça grameri olması lise öğrencisine ağır gelmeyecek mi?

Biz lise mezunlarımızın İbn Haldun’u veya İmrü’l-Kays’ı Türkçeye tercüme edecek kadar Arapça öğrenmelerini istemiş değiliz. Sadi’nin Gülistan’ındaki basit hikâyeleri tercüme edecek kadar Farsça bilmeleri de şart değil. Fakat “kâtip” ve “mektup” gibi her gün kullanılan kelimeler arasındaki münasebetten haberi olmayan bir gencin Türkçe bildiğine inanır mısınız? Her gün gazetelerimizde rastladığımız Türkçe yanlışları genç kalemlerin marifetleridir. Yeni nesle mensup muharrirleri Türkçe bilmeyen bir memlekette genç okuyucuların ne hâlde olduklarını bilmek zor mu?

Değil elbette. Kıymetli bilgilerinizi paylaştığınız için teşekkür ederiz.





[1] Cumhuriyet Gazetesi, 30.03.1940.
[2] Bu “hayalî” röportaj metni, Peyami Safa’nın dil üzerine yazdıklarından müteşekkil olan “Osmanlıca Türkçe Uydurmaca” adlı kitabından iktibaslar yapılarak oluşturulmuştur.

Hiç yorum yok :