Peyami Safa’nın ismi geçince
çoğumuzun aklına ilkin bir romancı gelebilir lâkin onun aynı zamanda muhtelif
meseleler üzerine kafa yoran ve çarpıcı yazılara imza atmış bir münevver olduğunu
göz ardı etmemek lâzımdır. Hassaten dilimiz üzerine yazdıkları çok büyük bir
ehemmiyete haizdir. Biz de Osmanlıcanın liselerde zorunlu ders olması
münazaraları ve münakaşaları münasebetiyle, kendi ifadesiyle “Kalemi elime
aldığım günden beri Türkçenin müdafaası için yazdığım satırları birbirine
eklesem İstanbul-Ankara şimendifer hattından uzun olur”[1]
diyen Safa ile Osmanlıca üzerine söyleştik.[2]
Dilimize dolanmış, “Osmanlıca”
deyip diyoruz. Dolayısıyla şimdi konuştuğumuz ile 100 yıl evvel konuştuğumuz
başka dillermiş gibi bir algı oluşuyor. Bu, Türkiye Cumhuriyetinin, Osmanlı
Devletinin devamı olarak görülmemesinden kaynaklanıyor olabilir mi?
Hiç şüphesiz bugünkü Türk devleti
Osmanlı Devletinin devamıdır. Coğrafyası, tarihi, dili, kanunları, mülkî teşkilâtı
aynıdır. Cumhuriyet rejimini kuranlar Osmanlı ricalidir. Edebiyat tarihimiz,
kütüphanelerimiz Osmanlı Kütüphaneleridir. Sanat abidelerimiz camiiler,
şadırvanlar, çeşmeler, medreseler ilh. Osmanlı mimarîsidir. Osmanlı milleti
Türk milletiydi. Atalarımızdı. Osmanlı Devleti veya Osmanlı münevveri gibi
tabirler, Cumhuriyetten evvelki devirleri kısaca ve kolayca hatırlatmak için
bir tasarruftur, elverişliliktir, yoksa ayrı bir varlığın ve mahiyetin ifadesi
değildir.
Demek ki Osmanlıca tabirine
yanlış değil de, önceki dönemleri hatırlamak adına bir tasarruf olarak bakacağız...
Yazılarınıza bakınca gençlerimizin Arap harflerini öğrenmesi üzerinde fazlaca
durduğunu görüyoruz. Bunu niye bu kadar önemsiyorsunuz?
Arap harfi bilmeyen bir genç için
Türk tarihinde ve Türk edebiyatında orta seviyeyi bulacak kadar derinleşmek
imkânsız. Bu genç, Naima’yı, Peçevî’yi, Cevdet Paşa’yı okuyamaz. Bunun gibi el
yazması, taş basması ve matbu 45 bin eserden hiçbirini okuyamaz. Koca divan
edebiyatı, onun için, bir mektep kitabına veya bir antolojiye alınmış mostralık
birkaç manzumeden başka bir şey değildir. Tanzimat’ın bütün kitapları da beyaz
kâğıt üstünde askerî ve muntazam adımlarla yürümüş bir pirenin tersi gibi
incecik lekelerden ibaret görünür.
Bu vahametin önüne geçmek için
çocuklarımızın ne yapması lâzım?
Kaç yaşında olursa olsun latin
harflerinden başka, bir de hususî olarak Arap harflerinin elifbesini okuyacak.
Tek çare bundan ibaret.
Yeri gelmişken soralım: Bu
sıralar kültür gündemimizi, liselerimizde Osmanlıcanın zorunlu ders olması
işgâl ediyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Gençleri not tutarken veya çok
acele bir şey yazarken Arap harflerinin mucize denecek kadar rahat ve çabuk,
işlek yazma ve okuma kolaylığından mahrum etmemek ve onlara tarihimizin,
edebiyatımızın şaheserlerini ve kaynaklarını hakiki metinlerden okuma imkânını
vermek için, bugün Edebiyat Fakültelerinde öğretildiği gibi liselerde de Arap
harflerini öğretmenin şart olduğuna kaniyim. Üniversitelerimizde okutulan Arap
harflerini ve Osmanlıcayı liselerimizde de öğretmelerini istiyoruz. Akıl
kanunları da bunu emrediyor.
Dil konusunda muhafazakâr
olmamızı söylüyorsunuz ama toplumumuzda bu öğretimi irticaî bir hareket olarak
gören bir kesim de var.
Muhafazakâr, tarihinden ve
edebiyatından haberi olmayan bir cahilden çok daha ileri bir adamdır. Çünkü
taassup ve irtica, bilginin değil, cehaletin öz kardeşidir ve irticaların en
kötüsü bunun tersine inanmaktır. Utanmasalar “ilim irticadır” diyecekler. Çünkü
onlara göre gerçek devrimci, eski harflerimizi bilmeyen, millî
kütüphanelerimize girmeyen, girerse bir turist gibi raflara, duvarlara ve
tavana bakıp giden cahil kişidir. Turist gibi de değil. Çünkü hangi memleketten
olursa olsun her turist genç, kendi memleketindeki bütün millî kütüphanelerde
istediği eseri okumak imkânına sahiptir. Yeryüzünde bir tek memleket
gösterilemez ki orada gençler kazara millî kütüphanelerine girerlerse de bir
tek eser okuyamadan çıkıp gitsinler! Almanya’da Latin harfleriyle birlikte
Alman Gotik harfleri de öğretilir ve bunu bir gerilik saymak hiçbir Almanın
veya başka bir medenî millet mensubunun hatırından geçmez. Gençlere dünyanın
hayran olduğu Fuzulî’yi aslından okutmak mı istiyorsunuz? Mürtecisiniz. Türk
tarihinin başlıca eserlerini okutmak mı istiyorsunuz? Mürtecisiniz. Türk
gencinin kolay yazıp okumasını mı istiyorsunuz? Mürtecisiniz. Bu ilimsiz,
çarpık saçma inkılap ve irtica anlayışına genç nesiller kurban olup gitti. Devrimbazlar
mugalata yapmasınlar!
Efendim meselenin bir de
kelimeler yönü var. Malûm-ı âliniz üzere eski harfleri öğrenmek, Osmanlıcayı
öğrenmek manasına gelmiyor. Binaenaleyh Osmanlıcanın bugüne nazaran daha fazla
Arapça ve Farsça kelime ihtiva ettiği için millî bir benliği olmadığını iddia
ediyorlar.
Bir dilin benliği kelimelerle
değildir. Fransızca, İngilizce, Almanca, İtalyanca ve daha birçok Avrupa
dilleri arasında müşterek kelimeler pek fazladır. Bu yabancı sözler
Fransızcanın Fransızca veya Almancanın Almanca olmasına engel değildir. Saf ve
katıksız dil olmayacağına göre bu ihtilât bir dilin tekâmül şartlarından
biridir. Her dilin benliği, kelimeler arasındaki münasebette, bağlantı
şekillerinde, gramer ve sentaks özelliklerinde, yabancı sözlere verdiği millî
anlamların zenginliğindedir. Meselâ “hâl” kelimesi Arapçadır fakat Türkçede
aldığı mana çeşitliliği ve zenginliği Arapçada yoktur. Artık bu kelime Arapça
olmaktan çıkmış, dilimizdeki mana zenginliğiyle öztürkçe birçok kelimeden fazla
Türkçe olmuştur.
Muhterem üstadım, dil
devrimine ve uydurulan kelimelere muhalif duran bir zümre de var. Bunların tutumunu
doğru buluyor musunuz?
Dil devrimine yöneltilen hücumlar
iki noktada toplanır: Birincisi, yeni kelimelerin uydurma olması, ikincisi de
bunların hükümet veya kanun zorlamasıyla dilimize sokulmasıdır. Türkçemizi
özleştirme ve zenginleştirme hamlesinde arkaik kelimelere veya bölge dillerine
başvurmanın bu güzel ve zarurî hamleyi baltalamaktan başka neticesi olmadı ve
olmayacaktır. Yüzde yüz öztürkçe yazabilmek için ya üç yaşında bir çocuğun
ifade seviyesine inmek veya bir sürü aptalca uydurma kelimelerle elâleme
maskara olmayı kabul etmek lâzımdır. Mamafih Türkçedeki yabancı kelimeler
arasında ölüleri ve hastaları vardır. Meselâ “mıntıka” kelimesi o cenazelerden
birisiydi, “bölge” derhal onun yerine aldı. Türkçenin yabancı kelimelere
ihtiyacını duyanlarla özleşmesini isteyenleri tamamıyla haksız bulmaya imkân
yoktur. Bizi bu çatışmanın buhranından kurtaracak prensip, doğru ve güzel
Türkçe karşılıklarını bulmak ve yaratmak mümkün olmayan kelimeleri dilimizde
yaşatmamaktır.
Osmanlıca eğitimine ihtiyaç duymamız
galiba biraz da Türkçe öğretiminin eksikliğinden kaynaklanıyor.
Bugünkü okullarımızda yetişen
çocuklarımız ve gençlerimiz her gün konuştukları ve yazdıkları Arapça, Farsça
ve Türkçe kelimelerden hangilerinin Arapça, Farsça ve Türkçe olduğunu bilmezler.
Latin alfabesi bilhassa Arapça kelimeleri yazmak için birçok harflerden mahrum
olduğu için çocuklarımız ve gençlerimiz bu kelimeleri yanlış yazar ve yanlış
okurlar. Bugünkü Türkçe ve gramer öğretimi, her gün kullanılan Arapça ve Farsça
kelimelerin iştikakına, teşekkül tarzına ve bazı iptidai kaidelerine dair
hiçbir fikir ve bilgi vermediği için tam ve doğru Türkçe öğretmekten acizdir.
Peki, Türkçe eğitiminin böyle
olduğu ülkemizde Osmanlıca dilbilgisinin içinde bir miktar Arapça ve Farsça
grameri olması lise öğrencisine ağır gelmeyecek mi?
Biz lise mezunlarımızın İbn
Haldun’u veya İmrü’l-Kays’ı Türkçeye tercüme edecek kadar Arapça öğrenmelerini
istemiş değiliz. Sadi’nin Gülistan’ındaki basit hikâyeleri tercüme edecek kadar
Farsça bilmeleri de şart değil. Fakat “kâtip” ve “mektup” gibi her gün
kullanılan kelimeler arasındaki münasebetten haberi olmayan bir gencin Türkçe
bildiğine inanır mısınız? Her gün gazetelerimizde rastladığımız Türkçe
yanlışları genç kalemlerin marifetleridir. Yeni nesle mensup muharrirleri
Türkçe bilmeyen bir memlekette genç okuyucuların ne hâlde olduklarını bilmek
zor mu?
Değil elbette. Kıymetli
bilgilerinizi paylaştığınız için teşekkür ederiz.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder