Osmanlı'nın Son Şairleri

(Eğer Maksuda Ererse Mısra-ı Berceste Kâfidir, dunyabizim.com, 24.05.2016)




Feyz-i rûhu'l-kudse mazhar Hazret-i İbnü'l-emin
Etdi son asrın sühân sencânına ilkâ-yı rûh
Ahmed Remzi Akyürek

Bazı insanlar imza attıkları çalışmalarla kendilerinden sonra gelen nesillere faydalı olmayı sürdürerek adlarını tarihin altın sayfalarına yazdırmışlardır. Bunlardan birisi de 1957 yılında tam bugün hayata gözlerini yuman İbnülemin’dir. Yıldız Sarayı arşivlerini düzenleyen ve kendisi de büyük bir arşivci ve ilim meraklısı olan İbnülemin Mahmud Kemal İnal; sadece öğrenmekle, okumakla ve arşivlemekle yetinmemiş, elde ettiği malûmatı muhtelif şekillerde neşrederek Türk kültürüne büyük hizmeti olmuş bir zât-ı muhteremdir. Üstelik Osmanlı’nın çöküp Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu, yani bir medeniyetin dağılıp yeni bir uygarlığın inşa edilmeye çalışıldığı kritik bir devirde yaşamış ve unutulmaya yüz tutmuş Osmanlı ilim ve sanat hayatını belgeleyerek muhafaza altına almıştır. Gazetelerde neşrettiği mühim yazıların yanı sıra Son Hattatlar, Hoş Sada, Osmanlı Devrinde Son Sadrazamlar gibi millî hafızamıza muazzam katkıları olan İbnülemin’in çok ama çok önemli eserlerinden biri de Son Asır Türk Şairleri ’dir.

Bilindiği üzere geleneğimizde şairlerin hayatının yer aldığı eserlere şair tezkireleri adı verilir ve bu eserlerdeki bilgiler Avrupa’daki biyografi ananesiyle yahut günümüz biyografi anlayışıyla mukayese edildiği takdirde son derece mahduttur, aynı bilgiler tekrar edilir ve fazlasıyla öznel yorumlar ihtiva ederler. (Elbette bunu olumsuz bir durum olarak algılamamak gerekir, zira biz ferdiyetçiliğin güçlü olmaması ve toplumda şahıslardan çok kamuya yaptıkları hizmetin ehemmiyetli görülmesi bakımından Batı toplumundan farklı özelliklere sahiptik.) İbnülemin’in en büyük özelliği, bir devir kapanırken elinden geleni ardına koymayarak toplayabildiği bütün bilgileri kâğıda aktarmasıdır. Bu sayede mezkûr kitap bugün Osmanlı’nın son devrinde yaşamış bir şair hakkında tetkikat yaparken başvurduğumuz ilk kaynak olma hususiyeti göstermektedir.

Şairlerin Hayatı Hakkında Malûmat Toplamak Kolay Bir İş Değil

Kitabına başlarken marifetli insanların eserlerinin unutulmaya mahkûm olması durumunda medeniyet alanında ilerlemenin zor olacağını belirten müellif neden böyle bir hizmete giriştiğini izah eder. Daha sonra Türk şairlerin hayatlarına dair yazılan tezkirelerin dökümünü yapar. Ardından İbnülemin, bu çalışmasını çok güç şartlar altında yaptığını anlatır. Zira birçok kıymetli zat hakkında topladığı evrak ve vesaik Fransız ve İngiliz askerleri tarafından yağma ve imha edilmiştir. Yani yararlandığı kaynaklar elinde kalanlardır. Ayrıca ölen şairlerden birisinin oğluna babası hakkında en basit bilgileri merak edip de öğrenmediği zamanlar olması, bir şairin vefatını tahkik için kabrini arayıp bulduğunda taş dikilmediğini ya da bir takım sebeplerle kırıldığını görmesi, onun karşısına çıkan güçlüklerden sadece birkaçıdır. Bazı şairlerin oğullarının, babaları hakkında malûmat vermeyi reddettiğini, çünkü kendisinin bu malûmatı neşrederse binlerce lira kazanacağını ama kendilerinin hiç bir şey kazanmayacağını ve doğal olarak cevap vermediklerini ironik bir dille anlatır. Kaynaklarının sınırlı olmasında, yangın gibi afetlerde kaybolan evrakların da rolü vardır. Kitapçılarda her kitabın bulunmadığı, bulsa da nadir kitaplar için fahiş fiyatlar çekmelerinden yakınır. Bilâhare bu kadar zorluk çıkınca “artık son çare mezarlarının başına oturup kendilerine sormak olacak” der.

Vefat eden şairlerin hayatını araştırmanın yanında berhayat olanların hayatı hakkında malûmat edinmek de müşküldür. Çünkü kimisi kendisi hakkında konuşmayacak derecede tevazu sahibidir, kimisi ise bilgi alınamayacak kadar nazlıdır. Bazısı hayatı hakkında yazı göndereceğine söz verse de seneler geçmesine rağmen yollamaz. Hatta bazılarının yüzünü bir daha göremez. İbnülemin çok naz âşık usandırır mucibinde "Ben kendimden ziyade kendilerine hizmet ediyorum" diye serzenişte bulunur. "Böyle bir eser meydana koymak için çektiğim zahmetler, ihtiyar ettiğim tekellüfler, bana bir fâide temin etmeyecektir." diyerek pragmatist bir niyetle hareket etmediğini belirtir. "Evlâd-ı vatandan biri, bu eserde aradığı bir şeyi bulur, az çok istifade eder de mahzûz olursa benim fâidem, işte o mahzuziyettir. Hele o veled-i necip, mürüvvet eder de nâm-ı hakîrânemi rahmetle yâd eylerse, işte o zaman zahmetimin mükâfatını görmüş olurum." diyen müellif  bu kadar gayret göstermesindeki tek gayesinin gelecek nesillerin istifadesine bir eser sunmak olduğunu söyler. Buna karşılık olarak ise yalnızca adının rahmetle yad edilmesini arzulamaktadır.

Usul Olmadan Vusul Olmaz.

Kitabı yazarken karşılaşılan bir başka problem, esere kimin alınıp alınmayacağıdır. Şairi müteşairden (şair geçinen) ayırmak başlı başına bir meseledir. Daha büyük sorun ise şiir tayininde devreye giren öznel beğeni duygusudur. İbnülemin muhtelif şair ve müelliflerin şair tariflerini verir. Bilâhare şiirin herkesin zevkine göre değişmesinden ötürü birinin şiir olarak kabul ettiğini başka birisinin nazım olarak bile addetmediğini, fakat zevklerin farklılığının gerçekten de kıymetli olan bir söze değerinden bir şey kaybettirmediğini anlatır. Zira güzel daima güzeldir, çirkin de her vakit çirkindir. Kısacası ister istemez zevkine göre hareket ettiğini ama bunun ne bir şairin ne de bir şiirin kıymetini etkilediğini söyler. Kitabına sadece koca eserler yazıp edebiyat tarihine adını yazdıranları değil, az bir şiiri olanları da aldığını söyleyen müellif, "eğer maksud ererse mısra-ı berceste kâfidir" der. İbnülemin, en küçük tenkidi bile kabul edemeyenlerinlerin de çıkacağını biliyordur ve buna hazırlıklıdır. Vezin meselesine gelince, şiir güzel olduktan sonra aruzla yazılmış, heceyle yazılmış diye ayrım yapmamıştır. Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa, Recaizade M.Ekrem ve Abdülhak Hamid gibi meşhur şairler hakkında çok yazılan çizilen olduğu için tekrarlamamak adına onların hayatını özetle yazdığını söyler. İlmî neşir olsun, popüler yayın olsun basılan eserlerin lâf olsun torba dolsun diye şişirildiği bir devirde yaşayan birisi olarak hassaten müellifin bu tutumunu takdir etmemek mümkün değil.

Fatin tezkiresinde eksik kalan biyografilerden bazılarını tamamladığına değinen İbnülemin,  şiirleri olduğu hâlde yer vermediği kişilerin çoğunun ehemmiyete haiz olmadığını söyler. Ancak haberdar olmadığı için yer vermediği şairler de olabileceği hakikatini göz ardı etmemek gerekmektedir. Onlardan kendilerini mazur görmelerini ister. "Gaibten malûmat almağa, malûmat vermeğe muktedir olmadığım gibi terceme-i hâllerini ve eserlerini tevdi etmemekte ısrar edenler hakkında da kuvve-i cebriye istimaline ne hakkım ne de kudretim vardır." diyerek elinden bir şey gelmediğini kinayeli bir ifadeyle beyan eder.

Bazı şairlerin hayatını kendi ulaştığı evrak ve malûmata dayanarak anlatır, bazılarını ise şairin kendi ağzından verir. Bir şairin hayatını anlatırken genel olarak şunlardan bahseder: Şairin babası ve dedesi kim, ne zaman ve nerede doğdu, berhayat değilse ne zaman öldü, mezarı nerededir, ne işle uğraştı, hangi vazifelerde bulundu, biadlı ise hangi tarikata mensuptu, mizacı nasıldı, fiziki özellikleri ve kılık kıyafeti nasıldı, başına gelen ilginç hadiseler nelerdi, dili ve üslubu nasıldı, eserlerinin künyeleri nelerdir? Ayrıca şairin bir resmini ekler ve şiirlerinden örnekler verir.

İbnülemin diğer eserlerine kıyasla (Kemal adını kullanarak) bu eserin adını Kemâlü'ş-Şuarâ olarak düşündüğünü lâkin çalışmasının Türk Tarih Encümeni'nce Son Asır Türk Şairleri unvanını aldığını ifade eder.

Sırf dipnotları için bile okunur.

İbnülemin’in dipnotları ehemmiyetli olduğu kadar ilginçtir de. Hatta yer yer tebessüm ettirir. Müellif dipnotta bazen biyografiyle doğrudan ilgisi olmayan bir olaya yer verir. Bazen alıntıladığı şiire dipnot düşerek şiiri eleştirir. Meselâ şiirdeki bir kelimeyi beğenmeyerek o değil de şu kelime yazılmalıydı der. Hayatına yer verdiği şairle görüşmüşse şairle ilgili bir anısını anlatır. Kimi yerlerde şairin yaşadığı veya söylediği bir hadise üzerine yorum yapar. Hatta kızdığı birilerine cevap yetiştirir. Bununla da kalmaz okuyucuyla karşı karşıya oturuyormuş gibi kendi başına gelen benzer bir olaydan söz eder. Kitabın dipnotlarını okumak öğretici olduğu kadar eğlendiricidir de.

Sadece dipnotlarda değil, asıl metinde de bugünün gözüyle sansasyonel diyebileceğimiz ifadeleri vardır İbnülemin’in. Söz gelimi Nevres Paşa için “Nevres Paşa’nın nazımları âdi şeylerdir”, Makbule Leman için “Yazılarının çoğunu yatakta yazmıştır” der. Tutar, Ziver Paşa'ya hicviyye yazan Bayburtlu Zihni'ye dipnotta bir dörtlükle haddini bildirir: "Zîverin şiirini takbih eden / Koca Bayburdluya bak kim ne diyor // Yandı cisminde hasedden cesedi / Gibi saçma saçarak herze yiyor".

Son olarak

İbnülemin’in bin dereden su getirerek hazırladığı bu eser hem kültür hem de edebiyat tarihimiz için paha biçilmez bir hazine değerindedir. Araştırmacıların daima başvuru kaynakları arasında bulunan bu kıymetli çalışmanın müellifi, kitabının mukaddimesinin sonunda şöyle demiştir: "Nefs-i hakîrânemi milletin en âciz fakat en hâlis hâdimlerinden addettiğim için kirâm-ı ahlâfın nâm-ı nâçizânemi hayır il yâd etmelerinden başka emelim yoktur. Semere-i hayât, hayır ile yâd olunmaktır". Görünen o ki zât-ı şerifleri emellerine ulaşmışlar, zira üstadın ismini sadece vefat yıldönümünde değil, her zaman rahmetle anıyoruz.


Hiç yorum yok :