Dostoyevski ile "Türkler" Üzerine

(Dostoyevski ile Türklere ve İslam'a Bakışı Üzerine Hayali Röportaj; dunyabizim.com; 29.12.2017)




Dostoyevski'yi hepimiz Suç ve Ceza başta olmak üzere romanlarıyla tanırız. Gerçekten kuvvetli bir kalemi vardır ve dünyanın gelmiş geçmiş en iyi edebiyatçılarından biridir. Onun Rus milliyetçisi, koyu dindar ve Türk aleyhtarı yönü ise pek bilinmez. Edebiyat noktainazarından bilinmesi çok da önemli değildir zaten. Biz bu röportajımızda, biraz farklı bir konu üzerinden gidip kendisine Türklere dair olan düşüncelerini sormaya karar verdik.

(Bu “hayalî” röportaj metni, Fyodor Mihayloviç Dostoyevski'nin kaleminden çıkan ve Kayhan Yükseler tarafından çevrilmiş olan“Bir Yazarın Günlüğü” adlı günlüklerinden iktibaslar yapılarak oluşturulmuştur.)

Koyu bir Rus milliyetçisi olduğunuzu ve Türklere olan düşmanlığınızı göz önünde bulundurarak şu soruyla başlamak istiyorum: Türk-Rus savaş tarihinde Rusların yaptığı Türk katliamlar hakkında düşünceleriniz nelerdir?

Ruslar savaşta, dürüst bir çarpışmada intikam duyguları beslemeden, acımasız ölüm araçlarını ellerinden almanın başka türlü yolu olmadığı için Türkleri öldürdüler. Öldürmeyelim diye ellerindeki silahları almasaydık neler olacağı ortadaydı; yine kadınların göğüslerini kesmeye ve bebeklerin gözlerini oymaya başlayacaklardı. Aman Türkleri öldürmeyelim de gözler oyulsun daha iyi mi diyecektik?

Ne kesmesi, ne oyması?

Türkler barbarlıklarıyla ve işkenceleriyle maruftur. Tutsakları ve yaralıları burunlarını, çeşitli organlarını kesmek gibi akla hayale gelmedik işkencelerden sonra öldürüyorlardı. Kundaktaki bebekleri öldürmekte adeta uzmanlaşmışlar, eğlence olsun diye delice kahkahalar arasında bebeği iki bacağından kavrayıp bir anda gövdesinden ikiye ayırırlardı.

Bir Türk olarak delice kahkaha atmayacağım ama inanın söylediğiniz oldukça gülünç. Aslı astarı olmayan iddialar bunlar. Haydi vicdanı geçtim, dinimiz izin vermez buna.

Aynı şeyi Sultan'ın nazırları da söylüyordu. Tutsak öldürmenin mümkün olmadığını, zira Kuran'ın bunu yasakladığına dünyayı inandırmaya çalıştılar. Ama ben inanmadım.

Peki, bu konuda anlaşamayacağız... Bu düşmanlığınızın altında siz Rusların yüzyıllar boyunca Türk boyundurluğu altında yaşaması olabilir mi?

Sizlere biraz garip gelecek ama Doğu'da tam dört yüzyıl Türk boyundurluğu Hıristiyanlığa ve Ortodoksluğa faydalı olmuştur. İki yüzyıllık Tatar egemenliği döneminde Rusya'da kiliseler nasıl güçlendirilmişse, bu dört yüzyıllık esaret döneminde de din kurumları etkin konuma getirilmiş, en önemlisi de insanları birlik ve beraberlik çatısı altında tutmayı sağlamıştır. Doğu'nun ezilen, zulüm gören Hıristiyan halkı tek teselliyi İsa'da, onun dininde, ulusal kimliğinin ve özelliğinin biricik ve son dayanağı olan kilisede bulmuştur. Öte yandan İstanbul fethedildiğinden beri Doğu Hrıstiyan dünyası yalvaran bakışlarını ister istemez Tatar boyundurluğundan yeni kurtulmuş uzaktaki Rusya'ya çevirmişti. Rusya'yı geleceğin güçlü bir devleti ve kendi kurtuluşunu sağlayacak birleştirici merkez görmüştü adeta. Aynı zamanda bütün Rus halkı, Rusya'nın ve çarının Doğu dünyasınını gelecekteki kaderi üzerinde üstlendiği bu yeni rolü tartışmasız onaylamıştı. İşte o zamandan beri, çarlarının çok sevilen unvanını halk ona yakıştırmış ve şaşmadan ona "Ortodoks", "Ortodoks Çar" diye hitap etmiştir. Çarını böyle nitelerken bu unvanla, onun görevini; koruyucu, kollayıcı ve birleştirici görevini üstlenmiş oluyordu.

Kimden koruyucu ve kollayıcı, Müslümanlardan mı?

Sadece İslam vahşetinden değil, dinsel sapıklıklar içinde boğuşan Batı Avrupa'dan da Hırsitiyan ve inananların kurtarıcısı görevini üstlendi.

Müslümanları ve Türkleri vahşi olarak tanımlıyorsunuz fakat bütün Ruslar sizin gibi değildi. Müslümanların medeni olduğunu bilen ve Türklere sempati duyan Ruslar da vardı.

Bir ara matar gibi türedi onlar, herhalde Türklerle savaş halinde bulunduğumuzdan. Bir Rus'un Türklere hayranlığını belirtir tarzda konuşmasına yaşamım boyunca tanık olmamıştım. Oysa o zamanlar Türklerin avukatları kesilenleri sık sık duyuyordum. "İslam alemi Hıristiyan alemine bilimi getirmiştir. Araplar bilimle ışırken Hıristiyanlar cehaletin koyu karanlığına gömülmüşlerdi vs. vs." Buradan Müslümanlığın ışık, Hıristiyanlığında karanlığın kaynağı olduğu anlamı çıkıyor. Ne yalnızlığa mahkum bir mantık! Neden mumlarını erken söndürmüşler, sormamız gerek! "Aman efendim, onlar tek tanrıya inanıyorlar, oysa Hıristiyanlar..." diye Müslümanın tek tanrı kavramına, yani tanrının tek olduğu öğretisinin kusursuzluğuna övgü, sanki Hıristiyan öğretisinden daha yüceymiş gibi gösteriliyordu. Ama burada önemli olan, bu Türk aşıklarının halkından kopuk yaşamaları ve halkı anlamamalarıydı. Halkıyla köklerini koparmış 'aydın', okuma yazması olmayan köylünün tanrıdan başka tanrı olmadığına ve tanrının tek olduğuna inancını öğrense kim bilir nasıl şaşıp kalırdı! Bunlar sıradan Rus insanının, tanrının oğlu kavramında yatan yüce Hıristiyan sırrına inanırken aynı zamanda en yalın biçimde tanrının bir olduğu inancında kalabilmesini akıllarına sığdıramadılar. İkonaya tapan ruslar arasında çerçeveyi azıcık olsun tanrı yerine koyan bir kişi olmamıştır.

Bildiğimiz kadarıyla ömrünüz boyunca Rusların İstanbul'u ele geçirmesini can u gönülden istiyordunuz ama bir türlü emellerinize ulaşamadınız. Bazı Rus tarihçiler Petro zamanında alabilirdik İstanbul'u diyorlar. Ne dersiniz?

Büyük Petro, Petersburg kentini kurmak yerine İstanbul'u ele geçirmeyi düşünseydi, bana öyle geliyor ki Sultanı darmadağın edecek kadar gücü olsaydı bile kimi nedenlerden dolayı bu düşüncesinden hemen vazgeçerdi. Çünkü zamanı değildi ve Rusya'nın yıkımıyla bile sonuçlanabilirdi. Bize birtakım faydaları dokunmuş olmakla birlikte Çuhon Petersburg'unda Rus gelişimini felce uğratan komşu Almanların etkisinden kurtulamamışken, güçlü ve kadim mirasıyla kendine özgü başlı başına koca bir kent olan İstanbul'da, kaba ve bize hiç benzemeyen Almanlarla kıyaslanmayacak derecede ince olan, daha çok ortak noktamız bulunan, kalabalık nüfuslu, saraylarda yaşayan, iktidarı etkileyebilecek güçte ve Ruslardan önce bilime, kültüre ermiş, denizcilik bilgileri ve becerileriyle Petro'yu büyüleyebilecek Yunanlıların etkisinden nasıl kurtulabilirdik? Sözün kısası, onlar Rusya'yı siyasal olarak ele geçirebilirler, adım adım onu yeni bir Asya yoluna sürükleyebilirlerdi. O zamanın Rusyası bunu kaldıramazdı. Rusya'nın güneyi Yunan tehdidine maruz kalırdı; hatta bunu belki Ortodoksluğun iki ayrı dünyaya bölünmesi izlerdi. Yenilenmiş İstanbul ve köhne Rusya... Özetle bu iş tam anlamıyla zamansız olurdu.

Zaten panslavizm politikasının Türklere karşı cephe almada etkili olduğunu ama Rusya ve slav devletleri arasında, slavların birbirleri arasında da bir didişme yaşandığını gördük. Nitekim yıllar sonra parçalara ayrıldılar.

Ruslar Balkanlara müdahele etmeseydi Türkler katliamla Hıristiyan tebaayı yeryüzünden siler ve bu o kadar yıkıcı olurdu ki Balkan yarımadasında Türklere başkaldıracak kimse kalmazdı. İşin gerçeği, bir tek sevimli Türkler kalırdı geriye. Türk değerli kağıtları bütün Avrupa borsalarında bir anda yükselirdi. Avrupa'da Slavlar hesabına konuşan tek ülke Rusya'ydı ve Doğu Hıristiyan tebaanın aydın kesimi Rusya'yı yardıma çağırıyordu ama onlar Türklerden korktukları gibi bizden de korkuyorlardı. "Rusya bizi Türklerden kurtaracak ancak 'hasta adam' gibi yutacak ve ulusal kimliğimizi geliştirme olanağı tanımayacak bize" diye düşündükleri için. Bütün umutları yerle bir eden, temelden yoksun, boş düşüncelerdi bunlar. Benim yaşadığım yıllarda Yunanlılarla Bulgarlar arasında, gelecekte meydana gelebilecek olayların habercisi gibi din kisvesi altında, aslında ulusal duyguların körüklediği dinsel bir sürtüşme yaşanmıştı. Bütün dünyanın patriği Bulgarların tavrını küstahlık olarak değerlendirip kınarken ve seçimle gelen kilise eksarhını (Ortodokslarda bağımsız kilisenin başkanı) keyfice aforoz ederken, din işlerinde kilise yasalarını ve dinsel itaati kurban etmenin mümkün olmayacağını gösteriyordu. Yani 'hasta adam'ın ölmesiyle birlikte kendi aralarında çok geçmeden karışıklıkların ve dinsel nitelikli çatışmaların başlayacağını, bunun da hiç kuşkusuz Rusya'ya zarar vereceğini kestirmek için kahin olmaya gerek yoktu.

İngiltere gibi büyük bir devlet İstanbul'u Rusya'ya bırakır mıydı?

Türkler devlet olarak yok olma sürecine girdiğinde, İstanbul'un kesinlikle uluslararası bir kent durumuna getirilmesi gerekir, başka br deyişle İstanbul'u ele geçirme kavgaları yaşanmaması için genel, herkese açık, serbest bir kent görünümü almalıdır diye bas bas bağıranlar vardı. Bu kadar yanlış bir düşünceyi insan istese bile uyduramazdı. Çünkü bir kere yeryüzünün bu en önemli, görkemli noktasına uluslararası, yani sahipsiz bir kent kimliği verilemezdi. İstanbul'u korumak ve kollamak ama aslında İstanbul'a kendi çıkarları için sahip olmak amacıyla dost sıfatıyla ve filosuyla birlikte gelen İngilizler bir yere yerleşmeyegörsün, oradan sökülüp atılması çok zor olurdu.

Yunanlılar da İstanbul bizim dediler zamanında.

İstanbul'un Yunanlıların mirası olduğunu kabul etmek asla mümkün değildir. Dünyanın en önemli yeri olan İstanbul sadece Yunanlılara bırakılamaz, ayrıca onlara büyük gelir. İstanbul, önümüzdeki yüzyıllarda da olsa, er ya da geç bizim olacaktır. Ortodoks Rusya, yolundan sapmadan, kararlılıkla yürümeli ve bunu aklından hiç çıkarmamalıdır.

İstanbul'un sahibi kim olmalı peki size göre?

Bu kentin ev sahipliğini ne olursa olsun, kentin ezeli sahibi Rumlar yapmalıdır. Rumlar güçlüdür ve güçlerinin farkındalar.


O biraz zor görünüyor. Röportaj için teşekkürler.

Hiç yorum yok :