Ahilik her ne kadar toplumsal ve iktisadî bir kurum olsa da
manevî bir yapısı vardı. Bu manevîlikle kastettiğimiz, onun düşünce cihetini
teşkil eden bir felsefeden, meditasyon seanslarından yahut spiritüel ritüeller
bütününden çok daha öte olan, kuruma bağlı olan kişilerin 24 saatini alâkadar
eden tasavvufî bir hayat tarzıdır. Binaenaleyh tasavvufu
dinden ayrı düşünemeyeceğimiz için ahilik kurumu aynı zamanda dinî bir müessese
özelliği gösterirdi. Bugün, seküler sistemin doktrinleri altında eğitilen ve
yetiştirilen insanlar olarak ekonomik bir düzenin sağlanması için niçin dine
ihtiyaç duyulduğunu, iktisad-din ilişkisinin dünya-ahiret bağlamında nasıl
uyuştuğunu elbette sorgulayabiliriz.
Kuran-ı Kerim’de “dünya” ve “ahiret” kelimelerinin aynı sayıda olduğu,
Peygamber Efendimizin “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya, yarın ölecekmiş gibi
ahirete çalışın” mealindeki hadis-i şerifleri ve bunun gibi pek çok örnekler
bilindiği takdirde, İslâm dininde dünya ve ahiret hayatının birbiri için terk
edilmeyip, bilâkis uyum içinde çalışılması gereken iki hayat olduğunun idrakine
varılabilir. Nitekim ahilik kurumunun maddî-manevî münasebeti sayesinde
asırlarca devletlere ve cemiyetlere nasıl bir nizam, refah, selâmet getirdiği
tarihî gerçeklikler olarak gün gibi ortadadır.
AŞAĞIDAKİ BAĞLANTIDAN YAZININ DEVAMINI OKUYABİLİR VEYA YAZIYI İNDİREBİLİRSİNİZ:
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder