#şiirsokakta Kalır mı?

(#şiirsokakta Kalır mı?; Mavi Yeşil Dergisi, Sayı 95, Eylül-Ekim 2015)


“Zevkler ve renkler tartışılamaz” sözü, zevklerin ve renklerin herhangi bir tartışmaya konu olamayacağını değil, zevkler ve renkler üzerinden gerçekleştirilen iddiaların sonuca bağlanamayacağını, subjektif meselelerin değişmez neticeler ışığında çözülemeyeceğini ifade eder. Şiir üzerinden örnek verirsek, birisine karşı “sen bu şiiri çok beğeniyorsun ama bence kötü bir şiir” demek, hatta “buna şiir bile denemez, belki manzume olarak kabul edilebilir” şeklinde bir sav ortaya koymak mümkündür; yeter ki öne sürülen argümanı destekler nitelikte tespitler yapılsın yahut hükümler verilsin. Şiirin niteliği hakkında verdiğimiz misalden muradımız, bazı gerekçeler gösterildiği müddetçe şiirin nerede olup olmayacağına hususunda indi mütalaa kabilinden bile olsa birtakım düşünceler sarf etmenin meşruiyetinin yadsınamayacağıdır. Biz de yazımızda #defterikapatşiirsokakta trendini baz alarak şiirin sokaktaki varlığını ne kadar sürdüreceğini irdelemek maksadı taşıyoruz.

Şiir dediğimiz türün edebiyatın bir nev’i olması ve edebiyatın da bir sanat olması göz önünde bulundurularak sorulması gereken sorular şunlardır: Sanatın sokakta icra edilmesi mümkün müdür? Ona değerinden bir şey kaybettirir mi? Yoksa hangi sanattan söz ettiğimize bağlı olarak değişir mi? Malum olduğu üzere mimarî bir sanattır, heykeltıraşçılık da öyledir ve her ikisinin de icra alanı sokaktan başka bir yer değildir. Ahaliye açık konserler ve açık hava sergileri ise müziğin ve resmin sokakta boy göstermesi anlamına gelmektedir. Öyleyse edebiyat niye olmasın deyu halka açık şiir okumaları düzenlendiğine şahit olmaktayız. Dolayısıyla şiirin de diğer sanat dalları gibi pekalâ sokakta arz-ı endam etmesinde bir beis yoktur. Asıl mesele şiirin sokakta yazılması değil, sokağa yazılmasıdır.

Yazıyı, yazıldığı nesneden bağımsız olarak algılamak, maddî dünyayı teneffüs eden insanoğlunun altından kalkabileceği bir iş değildir. Söz gelimi bir şiiri güzel bir el yazısıyla saman kâğıda yazılmış şekilde okumak, aynı şiirin bilgisayardan çıktısı alınmış biçimde okumaktan çok daha tesirli ve çarpıcı olacaktır. Peki, aynı şiiri veya şiirin küçük bir kısmını duvarda, kaldırımda, elektrik direğinde okumak onun etki gücünü artırır mı yoksa azaltır mı? Sanırız bu sualin cevabı, şiirin nereye yazıldığına ve kimin okuduğuna bağlıdır. Akşam çöpünü dökmeye giden bir adamın çöp konteynırının üzerinde bir mısra gördüğünde içinde güzellik, hoşluk, büyüleyicilik uyanması pek uzak bir olasılıktır. Neticede elindeki pisliği o haznenin içinde atacak, belki de oradan yayılan pis kokular burnundan içeri nüfuz edecektir. Keza otobüsün koltuklarından birinin arka tarafında yazılmış bir mısra, kamu malına karşı hassasiyeti olan bir vatandaşı düşüncelere gark etmek yerine hiddetlendirebilir.  Buna mukabil çocuğunu parka götüren bir annenin, kaydırağın yan tarafına yazılmış bir dörtlük ile neşelenmesi de ihtimal dâhilindedir. Kısacası, şiirin nereye yazılıp yazılmayacağı, gören kişilerin psikolojisi nokta-ı nazarından önemli bir hadisedir.



Şiirin nereye yazıldığı kadar, hangi şiirin yazıldığı, mekân-konu bağlamında ayrı bir ehemmiyet arz eder. Şiir sokakta akımının faili meçhul kâtipleri, müşahede ettiğimiz kadarıyla İkinci Yenicilerin şiirlerinden alıntılar yapmayı tercih ederler. Belki mukaffa ve mevzun olmamasından, belki imge ve çağrışımların yoğunluğundan, belki de ferdin yalnızlıklarını, sıkıntıları ilh. konu edindiğinden; Edip Cansever, Cemal Süreya, Turgut Uyar, Ece Ayhan gibi isimlerin şiirlerinin sokağa pek bir yakıştığı düşüncesi hâkimdir. Ne olursa olsun, yazıldığı nesne ve mekânın, şiirin muhtevasıyla uyum içerisinde olması, atlanmaması gereken bir noktadır. Söz gelimi iskelenin duvarlarından birine Turgut Uyar’ın Akşam Üstü adlı şiirinden “Şimdi gemiler geçer uzaklardan / Gönlüm güvertede sereserpedir” bölümünün iktibas yapılması gayet isabetli olabilir. Hatta klasik şiir her ne kadar daha dar bir kesime hitap etse de gülleri çevreleyen bir alçak bir duvarın zemininde Nef’î’nin “Gül devri ayş eyyâmıdır, zevk u safâ hengâmıdır / Âşıkların bayrâmıdır, bu mevsim-i ferhunde-dem” beytinin fena durmayacağı kanaatindeyiz.

Sokağın şiirde olması yeni bir şey değildir. Nitekim klasik şiirimizde sokak; kalabalığıyla, pazarıyla hatta hamamıyla şiirde yer bulurdu. Şiirin sokakta olması ise yeni bir şeydir ve gelişen teknolojiyle sıkı sıkıya irtibatlı bir vakadır. Zira şiirin sokağa çıkmasının itici gücü, #şiirsokakta hashtagından anlaşılacağı üzere sosyal medyanın her türlü malzemeyi paylaşma imkânı sağlaması ve paylaşılanları yeryüzünün muhtelif yerlerinde hayatını idame ettirenlere beğendirme fırsatı sunmasıdır. Binaenaleyh şiiri sokaktan geçenlere okutmaktan çok internete bağlananlara göstermek gayesi hesaba katıldığında, sokağın bir defter kâğıdı gibi malzeme özelliği taşıdığı söylenebilir. Filhakika çoğu kişinin sokağa yazılmış şiirleri sokakta bizzat görmektense bilgisayarlarının yahut cep telefonlarının ekranlarından gördükleri düşünüldüğünde, #şiirsokakta olayının şiiri sokağa ihraç etmeyi değil de şiiri sokaktan göstermeyi amaçladığı söylenebilir. Dolayısıyla olay biraz #defterikapatekranıaç etrafında dönmektedir.

Toparlamak adına yazımızın başlığına atıfta bulunursak: Şiir sokakta kalır mı? Olana bitene bakınca bir müddet daha mevcudiyetini devam ettirecek gibi duruyor. Mamafih popülizmin tipik bir modası olup olmadığını kestirmek şimdiden güç. Meşhur hikâyedir: Mehmed Akif kendisine cadde ortasında şiir okumak isteyen genç bir adama, “Şiir sükûnet ister, şiir ciddiyet ister” dercesine mukabele edip onu tenha bir sokakta dinlemiş. Buna istinaden şiirleri sokağa dökerken sükûnetin muhafaza ve ciddiyetin temin edilebileceği mekânlar seçilseydi, şiirin sokaktaki akıbetini daha parlak görür müydük acaba?




Hiç yorum yok :