“Zevkler ve renkler
tartışılamaz” sözü, zevklerin ve renklerin herhangi bir tartışmaya konu
olamayacağını değil, zevkler ve renkler üzerinden gerçekleştirilen iddiaların
sonuca bağlanamayacağını, subjektif meselelerin değişmez neticeler ışığında
çözülemeyeceğini ifade eder. Şiir üzerinden örnek verirsek, birisine karşı “sen
bu şiiri çok beğeniyorsun ama bence kötü bir şiir” demek, hatta “buna şiir bile
denemez, belki manzume olarak kabul edilebilir” şeklinde bir sav ortaya koymak
mümkündür; yeter ki öne sürülen argümanı destekler nitelikte tespitler yapılsın
yahut hükümler verilsin. Şiirin niteliği hakkında verdiğimiz misalden
muradımız, bazı gerekçeler gösterildiği müddetçe şiirin nerede olup
olmayacağına hususunda indi mütalaa kabilinden bile olsa birtakım düşünceler
sarf etmenin meşruiyetinin yadsınamayacağıdır. Biz de yazımızda #defterikapatşiirsokakta trendini baz
alarak şiirin sokaktaki varlığını ne kadar sürdüreceğini irdelemek maksadı
taşıyoruz.
Şiir dediğimiz türün
edebiyatın bir nev’i olması ve edebiyatın da bir sanat olması göz önünde
bulundurularak sorulması gereken sorular şunlardır: Sanatın sokakta icra
edilmesi mümkün müdür? Ona değerinden bir şey kaybettirir mi? Yoksa hangi
sanattan söz ettiğimize bağlı olarak değişir mi? Malum olduğu üzere mimarî bir
sanattır, heykeltıraşçılık da öyledir ve her ikisinin de icra alanı sokaktan
başka bir yer değildir. Ahaliye açık konserler ve açık hava sergileri ise
müziğin ve resmin sokakta boy göstermesi anlamına gelmektedir. Öyleyse edebiyat
niye olmasın deyu halka açık şiir okumaları düzenlendiğine şahit olmaktayız.
Dolayısıyla şiirin de diğer sanat dalları gibi pekalâ sokakta arz-ı endam
etmesinde bir beis yoktur. Asıl mesele şiirin sokakta yazılması değil, sokağa yazılmasıdır.
Yazıyı, yazıldığı
nesneden bağımsız olarak algılamak, maddî dünyayı teneffüs eden insanoğlunun
altından kalkabileceği bir iş değildir. Söz gelimi bir şiiri güzel bir el
yazısıyla saman kâğıda yazılmış şekilde okumak, aynı şiirin bilgisayardan
çıktısı alınmış biçimde okumaktan çok daha tesirli ve çarpıcı olacaktır. Peki,
aynı şiiri veya şiirin küçük bir kısmını duvarda, kaldırımda, elektrik
direğinde okumak onun etki gücünü artırır mı yoksa azaltır mı? Sanırız bu
sualin cevabı, şiirin nereye yazıldığına ve kimin okuduğuna bağlıdır. Akşam
çöpünü dökmeye giden bir adamın çöp konteynırının üzerinde bir mısra gördüğünde
içinde güzellik, hoşluk, büyüleyicilik uyanması pek uzak bir olasılıktır.
Neticede elindeki pisliği o haznenin içinde atacak, belki de oradan yayılan pis
kokular burnundan içeri nüfuz edecektir. Keza otobüsün koltuklarından birinin
arka tarafında yazılmış bir mısra, kamu malına karşı hassasiyeti olan bir
vatandaşı düşüncelere gark etmek yerine hiddetlendirebilir. Buna mukabil çocuğunu parka götüren bir
annenin, kaydırağın yan tarafına yazılmış bir dörtlük ile neşelenmesi de
ihtimal dâhilindedir. Kısacası, şiirin nereye yazılıp yazılmayacağı, gören
kişilerin psikolojisi nokta-ı nazarından önemli bir hadisedir.
Şiirin nereye yazıldığı
kadar, hangi şiirin yazıldığı, mekân-konu bağlamında ayrı bir ehemmiyet arz
eder. Şiir sokakta akımının faili meçhul kâtipleri, müşahede ettiğimiz
kadarıyla İkinci Yenicilerin şiirlerinden alıntılar yapmayı tercih ederler.
Belki mukaffa ve mevzun olmamasından, belki imge ve çağrışımların
yoğunluğundan, belki de ferdin yalnızlıklarını, sıkıntıları ilh. konu
edindiğinden; Edip Cansever, Cemal Süreya, Turgut Uyar, Ece Ayhan gibi
isimlerin şiirlerinin sokağa pek bir yakıştığı düşüncesi hâkimdir. Ne olursa
olsun, yazıldığı nesne ve mekânın, şiirin muhtevasıyla uyum içerisinde olması,
atlanmaması gereken bir noktadır. Söz gelimi iskelenin duvarlarından birine
Turgut Uyar’ın Akşam Üstü adlı şiirinden “Şimdi gemiler geçer uzaklardan /
Gönlüm güvertede sereserpedir” bölümünün iktibas yapılması gayet isabetli
olabilir. Hatta klasik şiir her ne kadar daha dar bir kesime hitap etse de
gülleri çevreleyen bir alçak bir duvarın zemininde Nef’î’nin “Gül devri ayş
eyyâmıdır, zevk u safâ hengâmıdır / Âşıkların bayrâmıdır, bu mevsim-i
ferhunde-dem” beytinin fena durmayacağı kanaatindeyiz.
Sokağın şiirde olması
yeni bir şey değildir. Nitekim klasik şiirimizde sokak; kalabalığıyla,
pazarıyla hatta hamamıyla şiirde yer bulurdu. Şiirin sokakta olması ise yeni
bir şeydir ve gelişen teknolojiyle sıkı sıkıya irtibatlı bir vakadır. Zira
şiirin sokağa çıkmasının itici gücü,
#şiirsokakta hashtagından anlaşılacağı üzere sosyal medyanın her türlü
malzemeyi paylaşma imkânı sağlaması ve paylaşılanları yeryüzünün muhtelif
yerlerinde hayatını idame ettirenlere beğendirme fırsatı sunmasıdır.
Binaenaleyh şiiri sokaktan geçenlere okutmaktan çok internete bağlananlara
göstermek gayesi hesaba katıldığında, sokağın bir defter kâğıdı gibi malzeme
özelliği taşıdığı söylenebilir. Filhakika çoğu kişinin sokağa yazılmış şiirleri
sokakta bizzat görmektense bilgisayarlarının yahut cep telefonlarının
ekranlarından gördükleri düşünüldüğünde, #şiirsokakta
olayının şiiri sokağa ihraç etmeyi değil de şiiri sokaktan göstermeyi
amaçladığı söylenebilir. Dolayısıyla olay biraz #defterikapatekranıaç etrafında
dönmektedir.
Toparlamak adına
yazımızın başlığına atıfta bulunursak: Şiir sokakta kalır mı? Olana bitene
bakınca bir müddet daha mevcudiyetini devam ettirecek gibi duruyor. Mamafih
popülizmin tipik bir modası olup olmadığını kestirmek şimdiden güç. Meşhur
hikâyedir: Mehmed Akif kendisine cadde ortasında şiir okumak isteyen genç bir
adama, “Şiir sükûnet ister, şiir ciddiyet ister” dercesine mukabele edip onu
tenha bir sokakta dinlemiş. Buna istinaden şiirleri sokağa dökerken sükûnetin
muhafaza ve ciddiyetin temin edilebileceği mekânlar seçilseydi, şiirin
sokaktaki akıbetini daha parlak görür müydük acaba?
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder