Pazarlanan Kelimeleri Kullanmak

(Pazarlanan Kelimeleri Kullanmak; Mavi Yeşil Dergisi, Sayı 98, Mart-Nisan 2016)


Yıl 2014. Onur ve Banu Ertuğrul adlı çiftimiz dilde dolaşımı çok azalmış ya da tedavülden tamamen kalkmış kelimelerimize dair bir farkındalık yaratmak istiyorlar. Söylenişi güzel olan sözcükleri alıp özene bezene hazırladıkları belli olan kart şeklinde bir şablona yerleştirerek altına manasını, hangi dilden geldiğini ve hangi kökten/kelimelerden türetildiğini/evrildiğini/oluşturulduğunu yazıyorlar. Onu takiben yaptıkları kelime kartlarında da muhtelif kitaplardan bu kelimenin geçtiği cümleleri iktibas ediyorlar. Bunu twitter üzerinden yayınlayınca yüz binleri bulan takipçileri oluyor. Paylaştıkları kelimelerin anlamlarıyla güncel olaylara atıf yapınca popülariteleri daha da artıyor. Lûgat 365 adını verdikleri bu projenin doğal olarak taklitleri türüyor, ancak bu, bizimkilerin marka olmasına bir engel teşkil etmiyor. 2015’in sonunda “Allahaısmarladık” kelimesiyle dijital faaliyete son veriyorlar. Twitter’daki macerası sona erse de marka değeri devam eden Lûgat 365’teki kelimeleri, “Güzel Kelimeler Dükkânı” namıyla web sayfasında pazarlıyorlar. O güzel olan kelimelerimizin yazılı olduğu defterleri, bez çantaları, posterleri, taşları, cam kupaları halen satıyorlar. En önemlisi de “Lûgat 365 – Bazı Kelimeler Çok Güzel” adıyla kitaplaştırılması.

İşin pazarlanmasına diyecek bir şeyimiz yok, Allah bereket versin. Bilindiği üzere pazarlama, çağımızın anlam-değer dünyasını şekillendiren en önemli olgulardan birisi. Sadece materyaller değil, sosyal medya hesapları üzerinden insanlar kendilerini de pazarlıyorlar artık. Bu pazarda kelimeler niçin yer almasın? Yapılan işin eleştirilecek bir tarafı da yok. “Aman efendim, hep Arapça Farsça kökenli kelimeler var” diye sızlananlara kulak asmamak lâzım. Üstelik “Hayhuy” gibi Türkçe kökenli kelimelere yer verilmiş. Verilmeseydi ne olurdu ki? Belki ahali arasında şapka adı verilen düzeltme işaretlerinin kullanımı tenkit edilebilir. Şapka koyarken telaffuzu esas aldıklarını düşünmek istesek de olmuyor. Sözgelimi “maşuk” sözcüğüne ‘a’ koymuşlar. O tamam da, uzun ünlülerin bazılarına şapka koyup bazılarına koymamaları tutarsızlığa neden oluyor. Neyse canım, böyle teknik bir mesele kaç kişiyi rahatsız etmiştir ki! Geçelim.

Kelimeleri iyi hoş pazarlanıyor, fakat kullanmadıktan sonra neye yarar diye düşünen oldu mu acaba? Kelimelerin unutulması/unutturulması apayrı bir mevzu. Biz bugün niye kullanılmadığımızı bir düşünelim. Kimimiz bu kelimeleri kitaplarda görünce anlıyor ama kullanmıyor. Belki cümle içinde kullanacak yer bulamıyor (Birisine “Vakanüvis misin sen?” diye soramaz ya), belki bilmem ne derler diye çekiniyor (“Çok şikemperver bir adam o” “Şikemperver mi? Risale-i Nur okurken mi öğrendin o kelimeyi? Yoksa cemaatçi misin sen?”), belki yazdıklarının anlaşılmadığına dair eleştiri alıyor (“Binaenaleyh yazmışsın burada” “Ee?” “Kim anlayacak o sözcüğü, kullanma şöyle kelimeler”) belki de izah etmekle uğraşmak istemiyor (“Çok müşkülpesentsin be kanka!” “O ne demek ya?” “Zor beğeniyorsun yani” “Öyle desene o zaman. Ne o, müşkülpeser mi, ne demiştin?”). Kimimiz kullanmaya kullanmaya unutmuş, ara sıra ağzına dolanıyor (“Okulla aran iyi değil galiba. Biz mektebe giderken… Okula yani.”) Kimimiz bu kelimeleri hiç görmemiş, duymamış; haliyle hemen öğrenip kullanması kolay iş değil (“’Kıtıpiyoz’ düşük nitelikli, değersiz demekmiş. Nerede kullanılır ki bu? Kıtıpiyoz bir insansın denir mi? Ya da Türk lirası kıtıpiyoz artık?”)

Ölü kelimeleri diriltmek iki şekilde gerçekleştirilir. Bunlardan ilki, dilimizde zaten kullanılmayan veya zamanla kullanılmaktan düşmüş olan kelime ve dil tabirleri güzel bir şekilde yeniden kullanarak revaç bulmasını, yeniden kullanılır hale gelmesini sağlamaktır ki buna eskiler “terviç-i elfaz” der. Bizim bahsettiğimiz budur. İkincisi ise vaktiyle kullanıldığı hâlde kullanımdan düşmüş sözcükleri yazıya sokuşturmak değildir ki eskiler buna da “mehcûr” derlerdi ve garâbet sayılıp fesahat kusuru olarak kabul edilirdi. Meselâ “ateş” kelimesi Farsça kökenli ama ben Türkçe kökenli “od” sözcüğü kullanayım diye niyet edip arkadaşınıza “Odunu versene sigaramı yakacağım” derseniz kalkar – bulabilirse - size yerden bir odun verir.


Kelimelerin sadece bardakta değil, idrakta da kalması için bir tek yol var: Okumak. Tweet okumaktan söz etmiyorum tabii ki. Güzelim kelimeleri güzel biçimde kullanan yazarları; Yahya Kemal’i, Ahmet Hamdi Tanpınar’ı, Refik Halid Karay’ı, Peyami Safa’yı, Cemil Meriç’i okumaktan bahsediyorum. Bundan gaye toplumun kalbini, raftan kaldırılmış kelimelere ısındırmaktan ibaret. Eski olan şeyin bazen antika gibi daha da değerlendiğini, yabancı kökenli bir sözcüğü kullanmanın dilimize zararı olmadığını ve Arapça bir kelime kullanmanın bizi Araplaştırmadığını benimsetirsek kâfi. Ondan sonra kelimeleri kullanıp kullanmamak halkın irfanına kalır. Beğenirse tutar, beğenmezse bırakır. Yeter ki dilimizdeki kelimelere karşı önyargıları yıkalım. Bu, uyduruk diye düşmanlık beslenen yeni sözcükler için de geçerlidir. Mümkün mertebe hepsine kucak açmalı. Atmaktan ziyade almaya bahane aramalı.

Hiç yorum yok :