Taşköprülüzade ile "İlim Tahsili" Üzerine

(Taşköprülüzade: Sen kendini ilme tamamen vermezsen, ilim sana bir kısmını vermez; dunyabizim.com; 05.07.2017)




Şakâiku’n-numâniyye müellifi ve büyük Osmanlı âlimlerinden olan Taşköprülüzade Ahmed Efendi sadece devrinin değil, Türk tarihinin önde gelen bilginlerinden birisi. Bunu düşünerek kendisine ilme dair sorular tevcih ettik.

(Bu hayalî röportaj metni, Taşköprülüzade’nin Miftâhu’s-saâde isimli eserinin, oğlu Kemaleddin Mehmed Efendi tarafından yapılmış Türkçe tercümesinden, Mevzûâtü’l-ulûm adlı kitaptan yapılan sadeleştirilmiş iktibaslarla oluşturulmuştur.)

Üstadım, bir âlim olarak ilmin fazileti hakkında ne buyurursunuz?

Allahu Teâlâ Âl-i İmrân suresi on sekizinci ayetinde "Allahtan başka ilâh olmadığına Allahu Teâlâ, melekler ve âlim kulları şâhiddir" buyuruyor. Dikkat ediniz! Allahu Teâlâ önce şâhid olarak kendisini, sonra melekleri, sonra âlimleri gösteriyor. Zümer sûresi dokuzuncu ayette ise "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" buyuruyor. Nahl suresi kırküçüncü ayette de "Bilmediklerinizi ilim sahiplerinden sorunuz" buyuruyor. Peygamber Efendimiz (sav)'in de âlimleri öven pek çok sözü var. Meselâ "Âlimler peygamberlerin vârisleridir", "Kıyamette âlimlerin kaleminden çıkan mürekkep, şehidlerin ve mücahidlerin kanı ile tartılır", "İlim öğrenmek erkek, kadın her mümine farzdır", "İlim Çin'de de olsa gidip öğreniniz"  gibi. Kezâ büyüklerimizin de pek çok sözü var. Meselâ Hz.Ali "Âlim olanlar gündüz oruç tutan, geceleri ibadetle geçiren cihad ve zühd edenlerden üstündür" buyururken İmam-ı Şafiî "İlim öğrenmek nafile ibadetten üstündür" demiştir. İlmin ve âlimin üstünlüğü hakkında eski kutsal kitaplar da bile pek çok ifade vardır. Örneğin Tevrat'ta Allah Musa (as)'a "Hikmeti yani ilmi büyük bil" buyururken İncil'de "İlme talip olup talim eyleyin" şeklinde emir buyurmuştur. Bu yüzden Müslümanlar ilim sahiplerine hürmet ederler. Türklerin kalın kafalıları, Arapların ahmakları bile cibiliyet ve yaratılışları icabı büyüklerine çok tazim ve itibar ederler.

İlim öğrenmenin şartları var mıdır, varsa nelerdir?

İlim öğrenmenin, yani talebenin şart ve vazifeleri çoktur. Sokrat derdi ki "Hikmet, yani ilim öğrenmeye azim ve niyet edenin çocuk denecek kadar taze genç olması, gönlünde bir şeye yer vermesi, sıhhatli olması, dünya zevk ve lezzetlerine kavuşmaya önem vermemesi lâzımdır. İlme karşı sevgisi o derece olmalıdır ki ilim üzerine bir şeyi tercih etmemeli, seçmemeli, başka şeylerin erbâbı ile yâr olmamalıdır". İlim talebesi olmanın şartları çoktur ve hepsini saymak zordur. En önemli olan şartlardan birisi, benlik hânesini kötü huy ve fena ahlâktan tahliye edip güzel ahlâk ve iyi huy cevherleri ile doldurup süslemektir.

Kötü huylu biri neden ilim öğrenemesin?

Peygamber Efendimiz (sav) "İçinde köpek olan eve melekler girmez" buyurdular. Yani evin içinde maddeden yapılmış köpek bulunursa nasıl o eve melekler girmiyor; aynı şekilde manevî ev ve nazargâh-ı ilâhî olan kalpte manevî köpekler yani kötü huylar, fena ahlâk habâseti ve yerilmiş sıfatların pislikleri bulunursa, melekler böyle kalbe de girmezler. Bu sıfatların sahibi de meram ve maksadına kavuşamaz. Bazı geçmiş ümmetlerden hikâye olunur ki ilim talebinde bulunanı önce imtihan ederlerdi. Kendisinde kötü huy, beğenilmeyen ahlâk ve sıfatlar bulunsaydı onu ilim öğrenmekten şiddetle men ederlerdi.

Peki bazı kimseler çok bilgili oldukları hâlde kötü huylu fena ahlâklı oluyorlar. Bu nasıl oluyor?

O cahil kimseler ancak sözde âlimdir, kalp ve ruh bakımından âlim değillerdir. Geçmiş zamanda böylelerine âlim denmezdi. Âlimin en aşağı mertebesi, günahları ve kötü huyları öldürücü zehri bilmektir. Hiçbir akıllı kimse bile bile zehir içip kendini öldürecek derecede gafil olur mu?

Olmaz tabii ki. İlmiyle amel etmeyen, başka şeyler için ilim öğrenen zarardadır yani.

Ben değil, Rasûlullah Efendimiz buyuruyorlar. Bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurdular: "Dört şey için ilim tahsil edenler cehenneme girer. Birincisi, ilimde diğer âlimlere karşı övünmek ve hasımları ile atışmak. İkincisi, ilim sebebiyle aklı az olanlarla münakaşa etmek. Üçüncüsü, ilim sebebi ile insanların kendisine yönelmesi. Dördüncüsü ise ilim ile mal ve para kazanmak." 

İllâki dünyalık şeyleri arzu etmemeli diyorsunuz.

Dünyaya olan bağı azaltmak şarttır. Hatta memleketindekileri ve çoluk çocuğunu bile çok düşünmekten kaçınmalıdır. Nitekim Allahu Teâlâ Ahzâb suresinin dördüncü ayetinde "Allah bir adamın içinde iki kalp bulundurmadı" buyuruyor. Sen kendini ilme tamamen vermezsen, ilim sana bir kısmını vermez demişlerdir. Dağınık fikir, küçük bir dere gibidir. Bir kısmı buharlaşır, havaya çıkar. Böylece sulayacağı tarlaya varmadan biter. İşte bu temsilden dağınık düşünceli olmanın ilim öğrenmeye engel olacağı açıkça anlaşılmış oluyor.

Bir de işin istikrar tarafı var değil mi? Yani tembellik ve uyuşukluk etmeden çalışmak.

İlim için bıkmadan usanmadan çalışmak lâzımdır. Gevşeklik nedenlerinden biri "daha ömür var, sonra yaparım" deyip geleceğe güvenmektir. Böyle düşünmekle insan çalışmaktan kalır., ilim ile meşgul olmaktan uzaklaşır. İlim öğrenmeyi yavaşlatan bir başka neden vardır ki o da ölümü hatırlamak ve ondan korkmaktır. Aslında ölümü hatırlamak bilakis ilim tahsil etme sebeplerinden biri olmalıdır. Bu ya ilmin faziletini bilmemekten ya da ilmi ölümle kesilip biten dünya işlerine sebep görmesinden ötürüdür. Herkes ömrü ne kadarsa sonuna kadar ilim öğrenmeyi bırakmamalıdır. Bir hadis-i şerifte "Beşikten mezara kadar ilim öğreniniz" buyuruldu. İlmin bırakıldığı bir saat bile terk edilmiş, boşa gitmiş demektir.

Ama efendim, insan bütün vaktini ilim öğrenemeye nasıl tahsis edebilir? Bir sıkıntı, yorgunluk hâli gelebilir.

Öyle bir durumda bir başka ilim ile meşgul olmalıdır. Abdullah ibn Abbas (ra) ilim okuturken talebede durgunluk ve isteksizlik gördüğü zaman şairler divanını getirin buyururdu. İmam Muhammed bin Hasan hazretleri her gece uyanık olup bulunduğu evde her çeşit kitap ve defter bulundururdu. Birinden melâl gelse diğerini alıp onu mütalâa ederdi. Bunları örnek alıp bir daha ele geçmez ömrünün gençlik yıllarını, en kıymetli zamanını ilme verip akşamla yatsı arasını ve sabahın erken saatlerini değerlendiresin; hatta bunun için uykunu feda edesin. İlim talebesi hiçbir günün vazifesini ve meşguliyetini bir sonraki güne bırakmaz. Çünkü her gün kendi meşguliyeti ile doğar ve devam eder. Ömrün müddeti az, öğrenilmesi gereken ilimler ise çoktur. O hâlde bir saatçik bile olsun boşa vakit geçirmeyip her ânı nimet bilmek lâzımdır. Sadece gece ve gündüzlerin kıymetini değil, velilerin ve âlimlerin kıymetini de bilmeli, onlardan istifade etmek için gayretli olunmalıdır. Kaybedilen ve kaçırılan zaman asla geri gelmez.

Peki, ilim hocasız, üstadsız öğrenilmez diye yazar hep kitapta. Kişi üstadını seçerken nelere dikkat etmeli?

Nesebi kerim, başka meşguliyeti olmayan, takva ve vera sahibi olduğu açıkça belli, hep faydalı konuşan, insanlar arasında tanınmış bir âlimi kendine üstad edinmek lâzımdır. O zât ki ileri gelen makam ve mevki sahipleriyle oturup kalkmayı ve onlarla bulunmayı sevmez; dünya sevgisi kendisini dininden alıkoymaz. Gerçek üstad Allah rızası için öğretir, talebesini kendi çocuğu gibi benimser, öğrettiği bilginin karşılığını istemez, talebesinin kötü huylardan kurtulmasına yardım eder, talebesinin kapasitesini bilir ve ona göre talim eder. Ayrıca üstadın sözü, işine hareketine uygun olup talebeye yapmasını buyurduğu şeyi önce kendisi yapar.

Âyînesi iştir kişinin lâfa bakılmaz diyorsunuz. Böyle tavsif ettiğiniz birisini bulmak çok zor ama.

İnsan kendisine iyi bir üstad bulmak için gerekiyorsa uzak memleketlere gidip aramalıdır. Nitekim Musa (as) hazret-i Hızır'ı arayıp denizleri aştı. Aslında bu maksat için yeryüzünü adım adım dolaşsa yine lâyıktı. "Hikmet müminin kaybettiği maldır. Nerede bulursa alsın" düsturu gereğince, ilmi ve hikmeti nerede bulursa bana herkesten çok lâzımdır deyip onu nimet bilmeli ve tahsiline koyulmalıdır. Öyle âlim bulduğunda gerekiyorsa ayaklarına kapanmalıdır. Ayaklarına bile kapanacak, evet, çünkü ilim kibirli olana düşmandır. Tevazu ve alçak gönüllülük şarttır. Öyle ki talebe üstadının her dediğine, sözünü doğru bulması bile uymakla yükümlüdür. Zira yolda yürüyen kimse kendine yol gösteren kimsenin hata ettiğini sansa da gittiği yolun doğru, korkusuz ve endişesiz olduğunu bilir. Talebe ve üstad arasında olması gereken edebe dair pek çok husus var. Talebenin üstadına yardımı bırakıp başkasını tercih etmemesi, üstadının kapısını vakitli vakitsiz çalmaması, dinde mübah ise ne emrederse emretsin rızasını gözetmesi, üstadının kusur ve eksikliklerini araştırmaması gibi.

Şimdilerde "disiplinlerarasılık" adı verilen bir kavram var. İlimler birbirlerinden beslendikleri için talebenin de hepsinden biraz bilmesi gerekiyor. İnsan böyle bir durumda nasıl bir yol izlemeli?

Bir ilmi iyice ve kuvvetlice öğrenmeden bir başka ilme rağbet etmemeli. Aksi takdirde aralarında karışıklık ve şaşkınlık vaki olur ve kişi bütününden mahrum kalır. Bazı kimseler ilmin bir kısmına veya bir çeşidine meyl ve heves ederler; bir başka kısım ve çeşidini sevmezler ki böyle olmak büyük bir cahilliktir ve sonu tehlikelidir. İlim tahsil ederken en önce, en önemlisinden başlamak ve öğrenmeye çalışmak gerektir. Tabii ki talebe bunu kestirebilecek birikime sahip olmayabilir. Bundan dolayı öğreneceği ilimlerin sırasını ilmi derin olan ve kalbi din ile atan büyük bir mürşide bırakmalıdır. Çünkü ancak o, talebeye uygun olanı iyi bilir ve onun durumunu ve birikimini göz önüne alabilir. Ayrıca ilim yolculuğu boyunca ona faydalı olacak nasihati esirgemez.

Bir ilim talebesinin başka talebelerle ilmî tartışmalar yapması faydalı mıdır?

İlim bir fidandır, büyümesi müzakere ve ders iledir demişlerdir. Talebenin akranı ile müzakere, mübâhese ve münazarada bulunması son derece lüzumludur. Lâkin münazaradan maksat sevap kazanmak ve doğruyu ortaya çıkarmak olmalıdır. Yoksa övünmek, sinirlenmek, heyecanlanmak ve kızmak amacı saptırır. Şurası bir gerçektir ki taassup ve inat damarları hareket eden, bereket bulamaz. Fetva kitaplarında da yazar, hasmını utandırmak için münazara edenin küfründen korkulur. Münazarada esas olan insaf, tahammül, sabır, teennidir. Her konuda müşavere doğruyu ortaya çıkarmak içindir.

Son olarak şunu sormak istiyorum. İlimler arasında en değerlisi hangisidir?

Sözün özü, işin esası ve istenen gaye marifetullahtır, yani Allah'ı tanımaktır. En yüksek gaye bu, kurtuluş ve saadetin yolu da bu, sonsuz iyiliğin başı da budur. Bu dediğim öyle müstakil bir ilimdir ki asla başkasına hizmet etmez. Diğer bütün ilimler onun hizmetçisi ve yardımcısıdır. Bu ilimden sonra gelen en değerli ilim, bu ilmi elde etmeye vesile olan ilimlerdir.

Hiç yorum yok :