Şakâiku’n-numâniyye
müellifi ve büyük Osmanlı âlimlerinden olan Taşköprülüzade Ahmed Efendi sadece
devrinin değil, Türk tarihinin önde gelen bilginlerinden birisi. Bunu düşünerek
kendisine ilme dair sorular tevcih ettik.
(Bu hayalî röportaj metni, Taşköprülüzade’nin Miftâhu’s-saâde isimli
eserinin, oğlu Kemaleddin Mehmed Efendi tarafından yapılmış Türkçe tercümesinden,
Mevzûâtü’l-ulûm adlı kitaptan yapılan sadeleştirilmiş iktibaslarla
oluşturulmuştur.)
Üstadım, bir âlim olarak ilmin fazileti hakkında ne buyurursunuz?
Allahu Teâlâ Âl-i İmrân suresi on
sekizinci ayetinde "Allahtan başka ilâh olmadığına Allahu Teâlâ, melekler
ve âlim kulları şâhiddir" buyuruyor. Dikkat ediniz! Allahu Teâlâ önce
şâhid olarak kendisini, sonra melekleri, sonra âlimleri gösteriyor. Zümer sûresi
dokuzuncu ayette ise "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" buyuruyor.
Nahl suresi kırküçüncü ayette de "Bilmediklerinizi ilim sahiplerinden
sorunuz" buyuruyor. Peygamber Efendimiz (sav)'in de âlimleri öven pek çok
sözü var. Meselâ "Âlimler peygamberlerin vârisleridir",
"Kıyamette âlimlerin kaleminden çıkan mürekkep, şehidlerin ve mücahidlerin
kanı ile tartılır", "İlim öğrenmek erkek, kadın her mümine
farzdır", "İlim Çin'de de olsa gidip öğreniniz" gibi. Kezâ büyüklerimizin de pek çok sözü
var. Meselâ Hz.Ali "Âlim olanlar gündüz oruç tutan, geceleri ibadetle
geçiren cihad ve zühd edenlerden üstündür" buyururken İmam-ı Şafiî
"İlim öğrenmek nafile ibadetten üstündür" demiştir. İlmin ve âlimin
üstünlüğü hakkında eski kutsal kitaplar da bile pek çok ifade vardır. Örneğin
Tevrat'ta Allah Musa (as)'a "Hikmeti yani ilmi büyük bil" buyururken
İncil'de "İlme talip olup talim eyleyin" şeklinde emir buyurmuştur.
Bu yüzden Müslümanlar ilim sahiplerine hürmet ederler. Türklerin kalın
kafalıları, Arapların ahmakları bile cibiliyet ve yaratılışları icabı
büyüklerine çok tazim ve itibar ederler.
İlim öğrenmenin şartları var mıdır, varsa nelerdir?
İlim öğrenmenin, yani talebenin
şart ve vazifeleri çoktur. Sokrat derdi ki "Hikmet, yani ilim öğrenmeye
azim ve niyet edenin çocuk denecek kadar taze genç olması, gönlünde bir şeye
yer vermesi, sıhhatli olması, dünya zevk ve lezzetlerine kavuşmaya önem
vermemesi lâzımdır. İlme karşı sevgisi o derece olmalıdır ki ilim üzerine bir
şeyi tercih etmemeli, seçmemeli, başka şeylerin erbâbı ile yâr
olmamalıdır". İlim talebesi olmanın şartları çoktur ve hepsini saymak
zordur. En önemli olan şartlardan birisi, benlik hânesini kötü huy ve fena
ahlâktan tahliye edip güzel ahlâk ve iyi huy cevherleri ile doldurup
süslemektir.
Kötü huylu biri neden ilim öğrenemesin?
Peygamber Efendimiz (sav)
"İçinde köpek olan eve melekler girmez" buyurdular. Yani evin içinde
maddeden yapılmış köpek bulunursa nasıl o eve melekler girmiyor; aynı şekilde
manevî ev ve nazargâh-ı ilâhî olan kalpte manevî köpekler yani kötü huylar,
fena ahlâk habâseti ve yerilmiş sıfatların pislikleri bulunursa, melekler böyle
kalbe de girmezler. Bu sıfatların sahibi de meram ve maksadına kavuşamaz. Bazı
geçmiş ümmetlerden hikâye olunur ki ilim talebinde bulunanı önce imtihan
ederlerdi. Kendisinde kötü huy, beğenilmeyen ahlâk ve sıfatlar bulunsaydı onu
ilim öğrenmekten şiddetle men ederlerdi.
Peki bazı kimseler çok bilgili oldukları hâlde kötü huylu fena ahlâklı
oluyorlar. Bu nasıl oluyor?
O cahil kimseler ancak sözde
âlimdir, kalp ve ruh bakımından âlim değillerdir. Geçmiş zamanda böylelerine
âlim denmezdi. Âlimin en aşağı mertebesi, günahları ve kötü huyları öldürücü
zehri bilmektir. Hiçbir akıllı kimse bile bile zehir içip kendini öldürecek
derecede gafil olur mu?
Olmaz tabii ki. İlmiyle amel etmeyen, başka şeyler için ilim öğrenen
zarardadır yani.
Ben değil, Rasûlullah Efendimiz
buyuruyorlar. Bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurdular: "Dört şey için
ilim tahsil edenler cehenneme girer. Birincisi, ilimde diğer âlimlere karşı
övünmek ve hasımları ile atışmak. İkincisi, ilim sebebiyle aklı az olanlarla
münakaşa etmek. Üçüncüsü, ilim sebebi ile insanların kendisine yönelmesi.
Dördüncüsü ise ilim ile mal ve para kazanmak."
İllâki dünyalık şeyleri arzu etmemeli diyorsunuz.
Dünyaya olan bağı azaltmak
şarttır. Hatta memleketindekileri ve çoluk çocuğunu bile çok düşünmekten
kaçınmalıdır. Nitekim Allahu Teâlâ Ahzâb suresinin dördüncü ayetinde
"Allah bir adamın içinde iki kalp bulundurmadı" buyuruyor. Sen
kendini ilme tamamen vermezsen, ilim sana bir kısmını vermez demişlerdir.
Dağınık fikir, küçük bir dere gibidir. Bir kısmı buharlaşır, havaya çıkar.
Böylece sulayacağı tarlaya varmadan biter. İşte bu temsilden dağınık düşünceli
olmanın ilim öğrenmeye engel olacağı açıkça anlaşılmış oluyor.
Bir de işin istikrar tarafı var değil mi? Yani tembellik ve uyuşukluk
etmeden çalışmak.
İlim için bıkmadan usanmadan
çalışmak lâzımdır. Gevşeklik nedenlerinden biri "daha ömür var, sonra
yaparım" deyip geleceğe güvenmektir. Böyle düşünmekle insan çalışmaktan
kalır., ilim ile meşgul olmaktan uzaklaşır. İlim öğrenmeyi yavaşlatan bir başka
neden vardır ki o da ölümü hatırlamak ve ondan korkmaktır. Aslında ölümü
hatırlamak bilakis ilim tahsil etme sebeplerinden biri olmalıdır. Bu ya ilmin
faziletini bilmemekten ya da ilmi ölümle kesilip biten dünya işlerine sebep
görmesinden ötürüdür. Herkes ömrü ne kadarsa sonuna kadar ilim öğrenmeyi
bırakmamalıdır. Bir hadis-i şerifte "Beşikten mezara kadar ilim
öğreniniz" buyuruldu. İlmin bırakıldığı bir saat bile terk edilmiş, boşa
gitmiş demektir.
Ama efendim, insan bütün vaktini ilim öğrenemeye nasıl tahsis edebilir?
Bir sıkıntı, yorgunluk hâli gelebilir.
Öyle bir durumda bir başka ilim
ile meşgul olmalıdır. Abdullah ibn Abbas (ra) ilim okuturken talebede durgunluk
ve isteksizlik gördüğü zaman şairler divanını getirin buyururdu. İmam Muhammed
bin Hasan hazretleri her gece uyanık olup bulunduğu evde her çeşit kitap ve
defter bulundururdu. Birinden melâl gelse diğerini alıp onu mütalâa ederdi. Bunları
örnek alıp bir daha ele geçmez ömrünün gençlik yıllarını, en kıymetli zamanını ilme
verip akşamla yatsı arasını ve sabahın erken saatlerini değerlendiresin; hatta
bunun için uykunu feda edesin. İlim talebesi hiçbir günün vazifesini ve
meşguliyetini bir sonraki güne bırakmaz. Çünkü her gün kendi meşguliyeti ile
doğar ve devam eder. Ömrün müddeti az, öğrenilmesi gereken ilimler ise çoktur.
O hâlde bir saatçik bile olsun boşa vakit geçirmeyip her ânı nimet bilmek
lâzımdır. Sadece gece ve gündüzlerin kıymetini değil, velilerin ve âlimlerin
kıymetini de bilmeli, onlardan istifade etmek için gayretli olunmalıdır.
Kaybedilen ve kaçırılan zaman asla geri gelmez.
Peki, ilim hocasız, üstadsız öğrenilmez diye yazar hep kitapta. Kişi
üstadını seçerken nelere dikkat etmeli?
Nesebi kerim, başka meşguliyeti
olmayan, takva ve vera sahibi olduğu açıkça belli, hep faydalı konuşan,
insanlar arasında tanınmış bir âlimi kendine üstad edinmek lâzımdır. O zât ki
ileri gelen makam ve mevki sahipleriyle oturup kalkmayı ve onlarla bulunmayı
sevmez; dünya sevgisi kendisini dininden alıkoymaz. Gerçek üstad Allah rızası
için öğretir, talebesini kendi çocuğu gibi benimser, öğrettiği bilginin
karşılığını istemez, talebesinin kötü huylardan kurtulmasına yardım eder,
talebesinin kapasitesini bilir ve ona göre talim eder. Ayrıca üstadın sözü,
işine hareketine uygun olup talebeye yapmasını buyurduğu şeyi önce kendisi
yapar.
Âyînesi iştir kişinin lâfa bakılmaz diyorsunuz. Böyle tavsif ettiğiniz
birisini bulmak çok zor ama.
İnsan kendisine iyi bir üstad
bulmak için gerekiyorsa uzak memleketlere gidip aramalıdır. Nitekim Musa (as)
hazret-i Hızır'ı arayıp denizleri aştı. Aslında bu maksat için yeryüzünü adım
adım dolaşsa yine lâyıktı. "Hikmet müminin kaybettiği maldır. Nerede
bulursa alsın" düsturu gereğince, ilmi ve hikmeti nerede bulursa bana
herkesten çok lâzımdır deyip onu nimet bilmeli ve tahsiline koyulmalıdır. Öyle
âlim bulduğunda gerekiyorsa ayaklarına kapanmalıdır. Ayaklarına bile kapanacak,
evet, çünkü ilim kibirli olana düşmandır. Tevazu ve alçak gönüllülük şarttır.
Öyle ki talebe üstadının her dediğine, sözünü doğru bulması bile uymakla
yükümlüdür. Zira yolda yürüyen kimse kendine yol gösteren kimsenin hata
ettiğini sansa da gittiği yolun doğru, korkusuz ve endişesiz olduğunu bilir.
Talebe ve üstad arasında olması gereken edebe dair pek çok husus var. Talebenin
üstadına yardımı bırakıp başkasını tercih etmemesi, üstadının kapısını vakitli
vakitsiz çalmaması, dinde mübah ise ne emrederse emretsin rızasını gözetmesi,
üstadının kusur ve eksikliklerini araştırmaması gibi.
Şimdilerde "disiplinlerarasılık" adı verilen bir kavram var.
İlimler birbirlerinden beslendikleri için talebenin de hepsinden biraz bilmesi
gerekiyor. İnsan böyle bir durumda nasıl bir yol izlemeli?
Bir ilmi iyice ve kuvvetlice
öğrenmeden bir başka ilme rağbet etmemeli. Aksi takdirde aralarında karışıklık
ve şaşkınlık vaki olur ve kişi bütününden mahrum kalır. Bazı kimseler ilmin bir
kısmına veya bir çeşidine meyl ve heves ederler; bir başka kısım ve çeşidini
sevmezler ki böyle olmak büyük bir cahilliktir ve sonu tehlikelidir. İlim
tahsil ederken en önce, en önemlisinden başlamak ve öğrenmeye çalışmak
gerektir. Tabii ki talebe bunu kestirebilecek birikime sahip olmayabilir.
Bundan dolayı öğreneceği ilimlerin sırasını ilmi derin olan ve kalbi din ile
atan büyük bir mürşide bırakmalıdır. Çünkü ancak o, talebeye uygun olanı iyi
bilir ve onun durumunu ve birikimini göz önüne alabilir. Ayrıca ilim yolculuğu
boyunca ona faydalı olacak nasihati esirgemez.
Bir ilim talebesinin başka talebelerle ilmî tartışmalar yapması faydalı
mıdır?
İlim bir fidandır, büyümesi
müzakere ve ders iledir demişlerdir. Talebenin akranı ile müzakere, mübâhese ve
münazarada bulunması son derece lüzumludur. Lâkin münazaradan maksat sevap
kazanmak ve doğruyu ortaya çıkarmak olmalıdır. Yoksa övünmek, sinirlenmek,
heyecanlanmak ve kızmak amacı saptırır. Şurası bir gerçektir ki taassup ve inat
damarları hareket eden, bereket bulamaz. Fetva kitaplarında da yazar, hasmını
utandırmak için münazara edenin küfründen korkulur. Münazarada esas olan insaf,
tahammül, sabır, teennidir. Her konuda müşavere doğruyu ortaya çıkarmak
içindir.
Son olarak şunu sormak istiyorum. İlimler arasında en değerlisi
hangisidir?
Sözün özü, işin esası ve istenen
gaye marifetullahtır, yani Allah'ı tanımaktır. En yüksek gaye bu, kurtuluş ve
saadetin yolu da bu, sonsuz iyiliğin başı da budur. Bu dediğim öyle müstakil
bir ilimdir ki asla başkasına hizmet etmez. Diğer bütün ilimler onun hizmetçisi
ve yardımcısıdır. Bu ilimden sonra gelen en değerli ilim, bu ilmi elde etmeye
vesile olan ilimlerdir.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder