Mealinden Okunarak Kur'ân-ı Kerîm Anlaşılabilir mi?

(Mealinden Okunarak Kur'ân-ı Kerîm Anlaşılabilir mi?; dunyabizim.com; 04.07.2016)


Herkes her yazıyı sonuna kadar okuma sabrını göstermediği için başlıkta sorduğumuz sualin cevabını hemen verelim: Anlaşılamaz. Bu soruya olumsuz yanıt vermemizin pek çok sebebi olmakla birlikte bu yazıda sadece “dil” engelinden bahsedeceğiz. Zira malûm-ı âlîniz Kur’ân-ı Kerîm’in lisanı (kendisi değil) Arapça, bizim anadilimiz ise Türkçedir. Tercüme faaliyetlerine dair malûmat sahibi olanların ilme’l-yakin, en az bir yabancı dil bilenlerin ayne’l-yakin, mütercim olanların ise hakke’l-yakin bildikleri bir gerçek vardır: Bir dilden başka bir dile çevirisi yapılan bir metin, çevrildiği metnin anlamını tam manasıyla aktaramaz ve kusursuz bir biçimde yansıtmaz. Bundan dolayı bir dilin anlattığının başka bir lisanda varoluş alanı bulması, karşılıklar bulunması suretiyle gerçekleştirilir ve bu karşılıklar çoğu zaman karışıklıkları ve karşıtlıkları beraberinde getirir. Hele bu bir kutsal kitapsa… Zaten bundan dolayı Kur’ân-ı Kerîm çevirilerine tercüme değil de “meal” adı verilir ki bu kavramın tercih edilmesini öngören Elmalı sayesinde meal mefhumu neşv ü nemâ bulmuştur.

Söz gelimi “bakalım yüce Rabbimiz Kuran’da ne anlatıyor?” diye merak edip meal okumaya niyetlenen kimsenin kendi kendisine konuşmaya başlaması kaçınılmazdır: “Şimdi ne demek istedi ki?” “Birden konu değişti!” “Bunu söyleyen Allah mı? Allah ise hitap ettiği kim?” “Tanrı niye böyle buyurdu acaba?” “Bu cümlede anlatım bozukluğu ya da anlam düşüklüğü mü var yoksa ben mi anlamadım?” “Ne kadar çok virgül koymuşlar!” vs. Tasalanmayın, mükemmel Arapça tahsil edip orijinalinden okusanız da üç aşağı beş yukarı aynı problemler zuhur edecektir. Zira kelâmullah ile hazırlıksız ve donanımsız şekilde muhatap olup anlamamak pek doğaldır; asıl tehlike ise anlamamak değil yanlış anlamaktır. (Bu arada ayetler arasında anlamsal olarak kopukluk olup olmadığına dair Fahreddin Razî’nin Mefâtihü’l-Gayb adlı eseri okunabilir. Mezkûr eserde Razî’nin surelerin bütünlüğünü münferit ayetlerden ziyade konu bütünlüğü açısından değerlendirerek konular arası irtibata değinmediği sure hemen hemen yok gibidir.)

Çevirinin niteliğini masaya yatırdığımızda devreye çeviren girmektedir. Çünkü metafizik metinleri çeviriden kasıt, yorumlamaktır. Yorumlama eylemi de yorumlayanda başlayıp yorumlayanda biten bir ameliye olduğundan, çevirmenlerin kasıtlı/kasıtsız hataları, ilmî noksanlıkları, dikkatsizlikleri ve genel-geçer doğru kabul ettikleri indi mütalaaları metne sirayet edecektir. Arapçanın sentaksının farklı olması, anlamca birbirini tamamlayan her ayetin müstakil cümle kabul edilmesi, metnin lafzına sadık kalmak için garip olan ifadeler kullanma durumu, deyimlerim doğru anlaşılmaması gibi pek çok sorunla baş başa kalan mütercimler her ne kadar metni devrik yapılı cümlelere, yan cümleciklere, parantezlere ve dipnotlara boğsa da manayı vermekte başarısız kalmaktadırlar. Dikkat edilirse Batıda bir türlü bitmeyen “Kur’ân’da kâfirleri öldürmek var mı?” ile bizde halâ devam eden “Kur’ân’da başörtüsü var mı?” polemikleri okunanı anlamamaktan değil, anladığını zannetmekten, yani yanlış anlamaktan doğmaktadır.



Kur’ân Çevirilerinin Dünyası

Kur’ân ilimlerini temel uğraş alanı olarak seçen Dücane Cündioğlu, Elmalılı Hamdi Yazır’ın meşhur Hak Dini Kur’an Dili: Kur’an-ı Kerim ve Meali’ni hazırlayıp notlandırmakla kalmadı, bu konu çerçevesinde bir dizi kitap neşretti. Bunlardan, Kur’an Çevirilerinin Dünyası isimli kitabı, bahsettiğimiz çeviri sorunuyla ilgili ve bu meseleye dair somut misaller getiriyor. Diğer Kur’an’ı Anlama’nın Anlamı ve Anlam’ın Buharlaşması kitapları daha ziyade semantiğin alanına giren teorik çalışmalar. Yazar, Türkçe Kur’an ve Cumhuriyet İdeolojisi adlı kitabında ise işin tarihî ve sosyolojik boyutuyla ilgilenmiş. Kur’ân’ı anlamak ve anlamlandırmak mevzusu üzerinde düşünmek gayesine mebni olarak hepsi okunmalı; ancak biz bu yazıda yalnızca Kur’an Çevirileri Dünyası kitabına kısaca temas edeceğiz.  

Kitabın ilk bölümü yöntem sorunlarına ayrılmış. Aynı anda nâzil olmayan ayetlerden müteşekkil sureler herhangi bir yazıda alışageldiğimiz giriş-gelişme-sonuç tertibine uymadığı için anlamakta güçlük meydana geldiği, ayetler birer “cümle” olmadığı için sayfalar değiştiğinde farklı şeylerden bahsediyormuş zannedilmesinden kaynaklanan sayfa düzeni sorunu, çeviri yapılırken mana yerine ayet duraklarına dikkat edilmeyip ifade bozukluklarına sebebiyet veren ayet düzeni sorunu “düzen” alt başlığı altında irdeleniyor.

İkinci alt başlıkta ise, Arap diliyle nâzil olan ve mesajını bu dilin imkânlarıyla ifade eden Kur’an’ın çevirilerinde gözlemlenen, dil menşeli hatalara yer veriliyor. Bunlardan ilki kelime düzeyinde zuhur eden problemler; zira Türkçede Arapçadaki gibi erillik-dişilik,  tesniye (ikilik), harf-i tarif (belirtme takısı), akıllı-akılsız varlıklar ayrımı olmamasının yanı sıra çoğul yaparken belirli vezinlere girmemesi, kök yapısının değişmemesi vs. yapısal farklılıklar, çeviri yaparken zorluklar çıkarmakta. Ayrıca Kur’ân’da geçen kavramların Türkçede karşılıkları olmaması ve Arapçadan alınan mefhumların birçoğunun günlük dilde Kur’ân’daki anlamıyla kullanılmaması (“küfür etmek” gibi), anlamsal yönden büyük sıkıntılar doğurmakta. Cümle bazında ise Türkçede özne-tümleç-yüklem sıralamasıyla kurulan cümleler, eylem merkezli olan ve fiille başlayan Arapçayı karşılamaya çalışmakta yetersiz kalmakta.

Çevirilerdeki en büyük zafiyet deyim düzeyinde müşahede ediliyor, çünkü Kur’ân’ın üslubuna ve söz sanatlarına vukufiyet kesbedilmemesi ciddi bir sorun. İkinci bölümde deyimsel ifadelerin önemine dair daha geniş malûmat verilen çalışmada, sorunun sadece meallerde mevcut olmadığı, tefsirlerde de bulunduğu misaller eşliğinde gözler önüne seriliyor.

Gelelim kitabın en can alıcı kısmına, yani Kur’ân çevirileri üzerine notlar adını taşıyan üçüncü bölüme. Muhtelif meallerden getirdiği örnekler üzerinden, Kur’ân çevirilerinin ne kadar sorunlu olduklarından söz eden yazar, tabiri caizse lafını esirgememiş. Kur’ân çevirilerinin çeşitli yönleriyle tenkit edildiği bu bölümde çevirenler de nasibini alıyor. Meselâ mütercimlerin tercüme ederken kafa yormak yerine, önlerine birkaç Türkçe çeviri almakla yetindiklerine, bunu da hatalarda gösterdikleri müştereklikten anlayabileceğimize değiniyor. Daha sonra bu tip tutumların çevirenin de, yayıncının da, okuyanın da işine geldiği belirtiliyor. Elmalılı’nın tefsirinin başına gelenler kısmı, yine kesinlikle okunması gereken ayrı bir bahis. Kitabın sonunda Cündioğlu’nun eleştirilerine itiraz eden ve geçenlerde ölen Yaşar Nuri Öztürk’ün yanı sıra Ali Bulaç’a, Suat Yıldırım’a, Mehmet Nuri Yılmaz’a ve Edib Yüksel’e verilen cevaplar var. Altını çizmek gerekir ki bu yanıtlar, çeviriler üzerinden misallerle verildiği için şahsî değil, ilmî nitelikte. 

Sonuç olarak, Kur’ân-ı Kerîm bir kullanma kılavuzu olmadığından, en temel ibadet olan namazı nasıl kılacağımızı bile oradan öğrenemiyoruz. Ana prensipleri ihtiva eden Kur’ân-ı Kerîm’i anlamak, her şeyden önce “canlı Kur’ân”ı anlamaktan ve söylediklerini uygulamaktan geçiyor. Metni anlamlandırmak için ise birden fazla tefsirden istifade etmek şart. Aksi takdirde, yanlış anlama ve anlamlandırma hatasına düşmek kaçınılmaz. İşbu kitap, bunu idrak etmemiz için iyi bir vesile hüviyetinde. Keşke Cündioğlu son zamanlarda gördüğümüz üzere vaktini siyasî mevzular üzerinde harcamasa da, bu tarz, ufkumuzu açan çalışmalara yoğunlaşsa.

Hiç yorum yok :